"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir ideolojinin mahvettiği hayatlar

HALİS SERHAT TAN
08 Kasım 2012, Perşembe
Okulların açılmasından iki gün önceydi.
Memleketimden görev yaptığım vilâyete gitmek üzere havaalanının bekleme salonundaydım.  Uçağın biraz rötarlı kalkacağı anons edilince çantamdan Bejan Matur’un Dağın Ardına Bakmak adlı eserini çıkarıp okumaya başladım.
Kitabı okuduğum sırada bekleme salonunda yanımda oturan iki kişinin ilginç diyalogları gayr-i ihtiyarî kulağıma ilişiyordu.
Aksanlarından Kürt oldukları anlaşılan bu iki vatandaş Türkçe olarak terör meselesini ve 28 Şubat darbesini konuşuyorlardı.
Kitap elimde öylece açık kalıvermişti. Konu oldukça dikkatimi çekmiş “antenlerim” açılmıştı.
Zaman geçtikçe hapis arkadaşı oldukları yahut hapse dair ortak bir paydalarının olduklarının kanaati oluşmuştu bende. Çünkü her ikisi de hapiste yaşadıkları ile ilgili ilginç şeyler anlatıyorlardı birbirlerine.
Bir yandan kendileri ile tanışmak istiyor, diğer yandan konunun hassas bir konu olması dolayısıyla verecekleri tepkiyi tahmin edemediğimden konuya nereden ve nasıl girip, nasıl tanışacağımın tecrübesizliğini yaşıyordum.
Biri yaklaşık yirmili diğeri ise kırklı yaşlardaydı.
Büyük olanın bana saati sorması ile nihayetinde tanışma zemini oluşmuştu. Değerlendirip kendileri ile koyu bir sohbete giriştik. Ne de olsa ben de tanışmak için fırsat kolluyordum.
Konuştukça tanışıyor, tanıştıkça da öğreniyordum ki büyük olanı gençlik yıllarında henüz Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken bir grup arkadaşı ile birlikte çıkardıkları “ideolojik içerikli” bir dergi yüzünden tutuklanmış.
Tam 4 farklı ilde, dolayısıyla 4 farklı yerde hapis yatmış. Toplamda 26 yıl hapis yattığını ve süreç içerisinde çeşitli işkencelere maruz kaldığını söylüyordu. Meselâ bir ara ayağa kalkıp pantolonunu yukarı doğru kıvırıp bacağının protez olduğunu gösterdi. Hapishanede iken hapishane müdürü ile girdiği polemikte dayanamayıp hapishane müdürü ile kavga ettiğini, karşılığında kendisinin de çok ciddî bir işkenceye maruz kaldığını ve bu işkence sırasında sol bacağını kaybettiğini söylüyordu. Uzun yıllar tek ayakla koltuk değneklerine mahkûm edildiğini ve sonrasında bir çok yer gezip uzun yıllar tedavi gördükten sonra protez bir ayağa sahip olup koltuk değneklerinden kurtulabildiğini anlatıyordu.
Yüzünde çene altında derin bir yara izi vardı. Muhtemelen işkence gördüğü günlerden kalma diye düşünürken düşüncemi doğruladı:
“Bu iz, o günlerden kalma. Müdürle kavga ettiğim günün ertesinden...”
Hapishanede çok çetin günler yaşadığını, ama yılmadığını, sabırla cezasının dolup çıkmayı beklediğini söylüyordu. Müdür ile kavgasından ötürü dört farklı il değiştirdiğini ve nedense gittiği her ildeki hapishanede de uyum problemi yaşayıp kendini bir kavga ya da polemiğin içinde bulduğunu anlatıyordu.
Hatta yaptığı kavgalarda dilinin dişleri arasında kaldığını ve bunun sonucu olarak da kekelemeye başladığını, birçok dişinin yumruklanarak döküldüğünü söylüyordu. Ne yapmış ne etmişse bir türlü kekelemeden kurtulamadığını ifade ediyordu.
“Az evvel kitap okumaya çalıştığım sırada ister istemez konuşmalarınız kulağıma ilişiyordu. Yanınızdaki kim; birçok ortak yönünüz var gibi aranızda?” diye sorduğumda yeğeni olduğunu söyleyip ekledi; “Ablamın çocuğu bu da. Hapishaneden yeni çıktı. Onu almaya geldim ben de. Dün çıktı, dün yetişmediği için gece otelde kaldık bugün de memlekete gidiyoruz. Ortak yönümüz ikimizin de bir dâvâya kendimizi adamamız ve bu dâvâya adanmışlığın sonucu olarak da ikimizin de hapis yatmış olması.” diyordu tebessüm ederek.
Ne kadar da ilginç değil mi? Hapis yatmış bir yeğeni, aynı yaşanmışlığa sahip hapis yatmış bir dayı karşılamaya geliyor. Üstelik “hapis yatma” meselesine ise “dâvâya adanmışlık (!)” olarak tanımlıyor.
Ne dil, ne kimlik, ne siyaset, ne de dünyevî başka bir mesele uğrunda bacağını, dişlerini feda etmeye kendini ateşe atmaya, hayatını karartmaya ne kadar değecekse!..
Hâlbuki, canını dişine takmaya; kendini, malını, canını uğrunda harcamaya değecek dâvâlar, sadece ebedî hayatla ve İslâmiyet’le ilgili olanlar değil midir?
“Peki, bu gencin suçu ne? O neden hapis yattı?” diye sorarak merakımı gidermek istediğimde yeğen sessizce bizi dinliyordu.
Dayı söze başlayıp “O da siyaset yüzünden... Bir siyasî partinin eyleminde polisle çatışırken taş ve Kürtçe slogan atmış. Yakalanıp götürüldüğü sırada polis aracının camını kırmış, bir polisi ciddî şekilde yaralamış... Bunlardan dolayı suçlu bulunup 7 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.” dedi.
Meğersem o zamanlar ortaokul son sınıfa gidiyormuş. Bugün ise, üniversitede okuyan ve mezun konumuna gelen bir genç ile eşit yaşa gelmişti.
Ne kadar da yazık, değil mi? Adına siyaset, terör, dâvâya adanmışlık ne denilirse denilsin fark etmez; nihayetinde bir çocuğun hayatı mahvolmuştur.
Muhtemelen ırkçı düşünceye sahip bir aile ve akraba ortamının etkisinde kalarak bütün bu suçları işledi.
Bu çocuk şayet ailesi veya “birileri” tarafından ön plana atılıp, feda (!) edilip kullanılmasaydı, belki bugün elinde ders notları, vizeye-finale çalışıyor olacaktı. Şu an işsiz kalacağına belki güzel bir bölüm okuyup güzel bir meslek sahibi olacak; hem kendine hem topluma faydalı bir fert olacaktı.
Sohbet ettiğimiz süre boyunca gördüm ki, ne dayıda ne de yeğeninde en ufak bir pişmanlık yoktu. Bilâkis yaşadıklarından ötürü oldukça memnun olmakla birlikte iftihar edercesine bir üslûpla konuşuyorlardı.
“Terbiye etmek” gibi bir işleve sahip hapishanede gerek işkence görmüş dayı, gerekse normal olarak hapis yatmış olan yeğenin pişmanlık duymayıp girerken sahip olduğu görüşü çıkarken de benimsemesi ve devam ettirmesi gösteriyor ki, hapishanelerimiz gerçek amaca hizmet etmeyip işlevsel özelliğini kaybetmiş durumda.
Konuşmamızın bir yerinde dayı ne iş yaptığımı sordu. Öğretmen olduğumu söylediğimde aradaki mesafeyi kısaltır tarzda daha da yanıma sokulup “Sizden bir ricam var hocam!” dedi.
Elimden geliyorsa memnuniyetle yapacağımı ifade ettiğimde benim de kendileri gibi Kürtçülük ideolojisine sahip veya en azından Kürt biri olduğumu zannetmiş olacak ki, “Hocam, sizden ricam dersine girdiğiniz çocuklara Kürtleri anlatınız. Onlara Kürtlerin anadilde eğitim haklarının olduğunu söyleyip dersleri mümkün oldukça Kürtçe işleyiniz. Çocuklarla Kürtçe konuşunuz. Asimile olmasınlar. Kendi öz kimliklerini unutmasınlar. Onlar bizim geleceğimiz. Onlar yeşerdikçe Kürtçe diri kalacaktır.” diyerek beni kendi ideolojisine alet etmek istiyordu.
Böyle bir talepte bulunurken dahi talebini Kürtçe olarak dile getirmemesi kendisinin zaten asimile olduğunu göstermekle birlikte, dâvâsında yapmacık olduğunun da göstergesiydi bana göre. Ki zaten Kürtçe olarak dile getirseydi Kürt olmadığımı anlar ve söylediklerinden belki de pişmanlık duyardı. O an içimden “Allah, eğitim öğretim sistemimizi, ırkçı ideolojiye sahip, nesillerin hayatını karartacak öğretmenlerden muhafaza eylesin” diye duâ ettim.
Biz konuşurken hareket vakti gelmişti. Kendileri ile olan sohbetimizi noktalayıp uçağa bindik. Bir saat on beş dakika süren yolculuk sonrasında uçağımız inişe geçti. Bagajlarımızı aldıktan sonra dışarı çıktımızda yaklaşık elli kişilik bir kalabalığın bunları dışarıda karşılamaya geldiğini gördüm.
Zılgıtlar çekiyor, alkışlıyor, hatta kimileri mutluluk gözyaşları döküyordu. Taksi bekliyormuş gibi yapıp bunları gözlemlemeye başladım. Teker teker genci öpüp sarılıp hasret giderdikten sonra aralarından bir gurup genç bir araya gelip bunu tutup havaya fırlatmaya başladılar. Benim bildiğim düğünlerde damat adayını bu şekilde bir mutlulukla havaya atarlardı. Orada da bir düğün atmosferi oluşturmuşlardı. Ne de olsa kahramanları (!) gelmişti.
Ayrılacağım sırada kim olduğunu bilmediğim, aralarından biri “Evde bir kurban hazırlamışım, gidince kesip sana kurban edeceğim” sözünü işittiğimde şaşırmıştım.
Gün boyu yaşadıklarımın etkisi ile evin yolunu tutarken esefle şu soru geldi aklıma: Koca koca insanların bilinçsizce kendini fânî, bâtıl bir ideolojiye adaması ve kendileri ile birlikte henüz ömrünün baharında olan gençlerin hayatlarını da mahvetmesi kadar kötü bir durum olabilir mi?
Okunma Sayısı: 977
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı