"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Eğitim şehitlerinin anısına!

HALİS SERHAT TAN
04 Ekim 2012, Perşembe
Not: Bu yazı son dönemin modası hâline getirilen; öğretmenlerin öğrenciler tarafından tehdit edilmesi, bıçaklanması ve vurulması sonucu vefat etmesine bir örnek teşkil etmektedir.

En son İzmir’de öğrencisi tarafından bıçaklı saldırıya uğrayarak öldürülen “eğitim şehidi” olan Rabia Sevilay Durukan öğretmenin ve meslektaşımız olmak üzere öldürülen bütün öğretmenlerin anısına kaleme alınmıştır. Hepsine Allah’tan rahmet diliyor bu tür olayların bir daha yaşanmaması adına ilgililer tarafından gerekli tedbirlerin bir an evvel alınmasını temenni ediyorum.

«

Günlerden Çarşamba idi.
İkinci koridorda nöbetçiydim.
Bahçe avlusunda sıraya dizilmiş öğrencilerin dağılarak sınıflara gidişleri sırasında nöbetçi olduğum koridorda dolanmamaları sınıflara girip sessizce öğretmenlerini beklemeleri için dolaşıyor; dışarıda dolanan ses çıkaran öğrencileri uyarak sınıflarına geçmelerini sağlıyordum.
Koridorun sonunda dışarıda bekleyen birkaç öğrenciyi sınıflarına yönlendirirken koridorun başındaki bir öğrenci “Hocaaam!” diye bana seslendiği sırada arkamı döndüğümde koridorun başında kalabalık bir öğrenci yoğunluğu vardı. Muhtemelen ciddî bir kavga vardır diye düşündüm ilkin.
Hemen koşarak oraya gittiğimde o günün nöbetçi müdür yardımcısı İbrahim Bey’in üstü başı kanlar içinde ve iki eli ile bir öğrencinin kollarını sıkı sıkıya tuttuğunu gördüm. Öğrenci ise debelenerek kurtulmaya ve İbrahim Bey’e saldırmaya çalışıyordu.
İbrahim Hoca’ya yardım edip çocuğu etkisiz hale getirmek için birkaç öğrencinin yardımı ile yere yatırıp kollarını arkasından bağladık.
Ellerinde parmak aralarında jilet vardı. İbrahim Hoca’yı şah damarından kesmeye çalışmıştı.
Çocuğun bedeni tir tir titriyordu.
Sonrasından öğreniyoruz ki uyuşturucu bağımlısı ve hap kullanıyor.
Sersem olduğu için vücudu da oldukça dirençli idi. İbrahim Hoca tek başına karşı koyamamış ve çene altından dört beş ciddî kesik ile aldığı yaralar ile kan revan içinde kalmıştı.
Hemen ambulans çağırıp İbrahim Hoca’yı hastaneye kaldırdık.
Öğrenciyi de birkaç öğretmen arkadaşın yardımı ile Müdür Baş Yardımcısı Ali İhsan Bey’in odasına götürüp üstünü başını aradık; cebinden bir sigara paketi, çakmak ve bir kutu jilet ile sersemleştirici ve uyuşturucu özelliği olan bir kutu hap çıktı.
Bu olayı kendi aramızda çözmemizden öte İbrahim Hoca’nın durumunun ciddî olması ve öğrencinin uyuşturucu kullanıp kendinde olmaması olayın adliyeye intikal etmesi gerektiğini gösteriyordu.
Bunca yıl çalışıyor olmama rağmen ne eli jiletli bir öğrenci ne de jiletlenerek şah damarı kesilmeye çalışılan bir öğretmen görmüştüm. Şoktaydım...
Hemen 155’i arayıp durumu anlatarak polis ekibinin okula gelmesini söyledim.
Adı Selim olan bu öğrenciyi ise öncesinde hiç tanımıyordum. Koridorda zapt ettiğimiz sırada öğrenci arkadaşları tarafından adının Selim olduğu söylenmişti.
Dokuzuncu sınıf öğrencisiymiş.
Hemen okula gelmesini çocuğunun ciddî bir suç işlediğini söylemek üzere velisini aradığımda vurdumduymaz bir ses tonu ile “tamam yarın gelirim” dediğinde nutkum tutuldu. “Bir baba nasıl bu kadar ihmalkâr davranıp işi yarına erteleyebiliyor?” diye düşündüm.
Çocuğunun hap kullandığını müdür yardımcımızın şah damarını kesmeye çalıştığını, İbrahim Hoca’nın durumunun ciddî olduğunu ve hastaneye kaldırdığımızı söyleyerek ayrıntısı ile olayı anlattım.
Yarına kadar vaktimizin olmadığını birazdan polis ekibinin burada olup ifadesi alınıp muhtemelen çocuk nezarethanesine alınacağını söylediğimde aynı vurdumduymazlık, fakat daha yumuşak bir ses tonu ile yarım saat sonra gelebileceğini söyledi.
Aile ile görüşme yapıyorken polis ekibi içeri girdi.
Polis ekibinin içeri girdiğini gören Selim, kullandığı hapın etkisi ile yerinde olmayan şuuru ile polislere de sataşmaya küfür etmeye başladı.
Tecrübeli bir ekip olan polisler işin ciddiyetini bildiklerinden küfürlere ve sataşmalara hiç aldırış etmeden gayet sükûnet içerisinde yanımıza gelerek ailesinin haberi olup olmadığını sordu.
Aileye haber verdiğimizi ve biraz gecikebileceklerini söylediğimizde ailenin gelmesini beklememiz gerektiğini ve aile geldikten sonra da gerekli kanunî işlemleri başlatacaklarını söyledi.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra içeriye yaşları 30-35 civarında olan iki kişi girdi. Kendi ifadelerine göre biri Selim’in öz abisi, diğeri ise amca çocuğu idi.
“Biz babayı aradık, kendisi geleceğini söylemişti; neden o değil de siz geldiniz?” diye sorduğumuzda “Babam esnaftır; müşteriyi bırakıp gelemedi, onun yerine biz geldik” cevabı hepimiz üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştı!
“Öz evlâdının ciddî bir suç işlemesine ve hakkında tutanak tutulup öğrencilik hayatı bitecek olmasına rağmen iş güç derdinde olup vurdumduymaz bir baba olmayı tercih eden bir adam” olma izlenimini bırakan bir babadan açıkçası daha da pek bir şey beklemiyorduk.
 Biz henüz bu şokun etkisinde iken abisinin “Hadi Selim’i alalım nereye gidiyorsak neler yapıyorsak yapalım, sonra biz de babamın yanına işe döneceğiz” demesi yeni bir şok etkisi daha oluşturmuştu!
Bir an “Çocuğunu düşünmeyen bir baba, kardeşini düşünmeyen bir abi ile neler yapılabilir, nasıl yol katedilebilirdi ki?” diye düşündüm.
Ama yapılacak başka bir durum da yoktu. Aileyi bekleyene dek zaten oldukça vakit kaybetmiş Selim’den fazlasıyla “sövgü” dinlemiştik.
Tam o sırada Selim polis ekibine yaklaşıp içlerinden birini küfürler eşliğinde tekmelemeye başladı.
Kullandığı hapın etkisi oldukça dirençli kılmıştı bedenini Selim’in. Dört polis zar zor Selim’i yere yatırıp kelepçeleyebilmişlerdi.
Abisinin dediğini yapıp hakkında tutanak tutulup imzalayıp çocuğu ve abiyi polisler eşliğinde ifadesi alınmak üzere çocuk adliyesine götürdüler.
Olaya şahit olmuş biri olarak, şahit sıfatı ile ifade vermem için benim de gitmemi istediler.
Hep beraber adliyeye gittik. Gerekli ifadeler alındı. Olay olduğu gibi anlatıldı.
Sonuç, İbrahim Hoca’nın olaydan dâvâcı olup olmadığına göre şekillenecekti.
İbrahim Hoca ile birlikte hastaneye giden öğretmen arkadaşı arayıp durumunun ne olduğunu tedavi edilip edilmediğini sorduğumda; İbrahim Hoca’nın apar topar hastaneye kaldırıldığı sırada fenalaşıp yoğun bakıma alındığı bilgisini verdi.
İbrahim Hoca yoğun bakımdan çıkıp iyileşinceye dek Selim tutuklanarak nezarethaneye götürüldü.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra İbrahim Hoca çok şükür iyiye doğru gitmiş ve kendine gelebilmişti.
Dâvâcı olacağını söyleyerek o da adliyeye gidip ifade verdi.
Selim hem küçük yaşta uyuşturucu kullanmaktan hem de hocasını jiletleyerek şah damarını kesmeye çalışmaktan ötürü 2 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Henüz Selim hapis cezasına çarptırılmadan önce, olayın yaşandığı günün ertesinde baba okula gelip bizlerle görüşmek istediğini söyledi.
“Dün çok yoğundum, fazlasıyla müşterilerim vardı, bırakıp gelemedim. Çocuğumun durumu nedir?” diye sorduğunda dün telefonda anlattıklarımızın aynısını yeniden kendisine söyleyerek İbrahim Hoca’nın yoğun bakımda olduğunu ve iyileştikten sonra onun da ifade vereceğini söyledik.
Bir de Selim’in disiplin kuruluna sevk edildiğini ve muhtemelen öğrencilik hayatının biteceğini ekledik.
“Oğlunuza sahip çıkmanız, ellerinden tutup tedavi ettirmeniz gerekiyor. Şu an çok ciddî bir bağımlılık hastası Selim. Bu gidişle hem kendine zarar verir hem de gördüğünüz gibi çevresindekilere de zarar veriyor” dediğimizde babanın; “Ben bir baba olarak tek başıma ne yapabilirim ki? Siz burada 94 öğretmen olarak bir çocuğa sahip çıkamıyorsanız ben bir tek kişi olarak ona nasıl sahip çıkayım? Oğlumun bu hale gelmesinin suçlusu sizlersiniz de. Siz isteseniz oğluma yardımcı olabilir, onun bu hâllere düşmemesi için gerekli tedbiri alabilirdiniz!” diyerek biz öğretmenleri suçlaması tepemizin tasını attırmaya yetse de öfkemizi frenleyerek bu konunun, bu bakış açısına sahip bir baba ile konuşulmayacağını gösterdiği için “Haklısınız! Ne yapalım; bizler de üzerimize düşen gerekli yasal vazifeyi yaparız!” diyerek disiplin kurulundan çıkan sonuç ile babanın ellerine “tasdiknameyi” tutuşturup oğlunun öğrencilik hayatının bittiğini ve bu vesile ile biz öğretmenler olarak gönül rahatlığı ile üzerimize düşen vazifeyi yaptığımızı bildirirdik.
Biraz gürültülü patırtılı bir görüşme oldu.
Ne biz babayı vurdumduymazlığına ikna edebildiğimiz ne de o bizi gerçek suçlu olduğumuza ikna edebildiği, biraz gürültülü patırtılı geçen bir görüşme sonrasında baba okuldan ayrılıp işe giderek kaldığı yerden müşterileriyle ilgilenmeye devam etti! ..
Selim ise hapishanede; İbrahim Hoca ise hastanede yatmaya devam ediyordu.
Aradan bir ay gibi bir süre geçti
İbrahim Hoca iyileştiği gibi kaldığı yerden görevine devam etti.
Hayat eskisi gibi akmaya devam ediyordu.
Derken koskoca iki buçuk yıl da gelip geçmişti.
Selim işlediği suçun cezasını yattıktan sonra çıkmış elini kolunu sallaya sallaya dolaşmaya başlamıştı. Sürekli okulun etrafında gidip geliyor İbrahim Hoca’ya tehditvari haberler gönderiyordu.
Derken bir gün okul çıkışı eve giderken yolda önü kesildi İbrahim Hoca’nın ve aracında silâhlı saldırıya uğradı.
İbrahim Hoca hakkın rahmetine kavuşmuştu!
Selim ise yakalanarak pek de yabancı olmadığı o hapis ortamına götürüldü.
Bir yandan mesleğini hakkıyla yapmasına rağmen şah damarı kesilmeye çalışılarak öldürülmek istenen, daha sonra ise bir silâhlı saldırı sonucu vefat eden bir hocanın yüreğimizde oluşturduğu derin bir yara…
Bir yandan gencecik bir çocuğun ihmalkâr bir ailenin kurbanı olarak uyuşturucuya başlaması sonucu tek suçu “dışarıda dolanmayınız sınıflarınıza geçiniz” diyen öğretmenini ilkin jiletlemeye sonrasında ise silâh ile vurarak öldüren bir öğrencinin, bir gencin hayatının mahvolmasının oluşturduğu büyük bir sızı…
Bir yandan kendi babalık görevini hakkıyla ve lâyıkıyla yapmayıp bizi suçlayan bir velinin ithamı…
Peki, bu yaşananlar kimin ihmalkârlığının sonucu?
Suçlu gerçekten Selim miydi?
Yoksa Selim’e sahip çıkmayan aile mi?
Ya da hem ailenin suçladığı hem de mağdur olan biz öğretmenler mi?
Daha önemli ve cevaplanması gereken bir soru ise: Bu ilk değil, peki son “eğitim şehidi”miz mi?

Okunma Sayısı: 1019
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı