"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Öğretmen bir ebeveynin çocuğu: Atilla

HALİS SERHAT TAN
11 Ekim 2012, Perşembe
—(Mahvedilen bir hayatın hikâyesi)—

Uzun zamandır kendisini ziyarete gidemediğim bir esnaf arkadaşımın yanındaydım.
Oturup sohbet ettiğimiz sırada müşteri olarak gelmişti Atilla da oraya. Kendisi ile tanışmamız burada gerçekleşmişti.
Annesi Türk, babası ise Kosovalı olan bir ailenin çocuğu olduğunu söylüyordu.
İlköğretim dördüncü sınıfa kadar Kosova’da eğitim gördükten sonra ailesi İzmir’e yerleşmiş. Eğitiminin kalan kısmına burada devam etmiş Atilla.
Sonrasında ise Afyon Kocatepe Üniversite’sinde Ön Lisans Muhasebe okuduktan sonra belli bir süre işsiz kalmış. Çaresizlikten daha sonra tekrar sınavlara girip iyi bir tercihte bulunamayıp bu kez Malatya İnönü Üniversitesi’nde Hayvan Sağlığı bölümünü okumuş.
Bu bölümü okuduktan sonra da belli bir süre işsiz kalmış.
Ne muhasebe alanında iş bulabilmiş ne de Hayvan Sağlığı işini kendine uygun görüyormuş.
Bu açıdan radyo programcılığı, siyaset, satış ve pazarlama işi başta olmak üzere birçok alanla uğraşmış.
Yaklaşık on beş dakika sohbet ettikten sonra ayrılmak için arkadaşımdan müsaade istediğimde Atilla da ayrılacağını söyledi.
Güzergâhımız aynı idi. Birlikte ayrılıp yol boyunca kendisi ile sohbet ettik.
Otuz beş yaşında, beyaz tenli, sempatik ve diksiyonu oldukça güzel olan, ses tonu ise insanın ruhunu okşayacak türden biriydi Atilla. Birçok sıkıntı yaşasa da kişisel gelişim alanında kendini bayağı geliştirmişti.
Birçok konu hakkında kendine ait öngörüleri vardı. Bu öngörülerine de sıkı sıkıya bağlıydı. Adeta ahdi varmış gibi savunurdu düşüncelerini. Sizi ikna etmeden vazgeçmez, konuyu değiştirmezdi. Ağzı iyi laf yapar; ikna metotlarını çok iyi bilir ve kullanırdı.
Bir yerde satış ve pazarlama elemanı olarak çalışıyormuş henüz: “Daha evvel okuduğum iki bölümde de dişe dokunur ciddî bir iş bulamayınca bir akrabamın referansı ile büyük bir yerde satış ve pazarlama elemanı olarak işe girdim. Ve 6 yıldır da burada çalışıyorum.”  diyerek okuduğu iki üniversitenin kendisine ekonomik anlamda pek bir fayda sağlamadığını söylüyordu.
Nitekim de öyle olmuştu. Ne muhasebe alanında, ne de hayvan sağlığı alanında hiç çalışmamış diplomalarını ise bir kâğıt parçası nazarı ile evin bir köşesinde dosyalamıştı.
Çok farklı bir hayat hikâyesi vardı Atilla’nın.
Gençlik yıllarında ‘radikal İslâmcı’ olarak yaşadığını, dinî hassasiyeti olan grup ve ortamlara sıkça girip çıktığını ama sonrasında ise –kendince makul ve mantıklı olduğunu düşündüğü nedenlerden ötürü–‘sosyalist devrimci’ olarak yaşamaya başladığını söylüyordu.
Oysaki çok farklı iki uç noktaydı radikal İslâmcılık ile sosyalist devrimcilik. Ama üslubuna ve simasına bakıldığında radikal İslâmcı olarak yaşadığı günlerin izleri çok rahat okunabiliyordu.
Yaşantı tarzı, giyim kuşamı ve görüşlerine bakıldığında ise sosyalist devrimciliğe ait emareler de vardı.
Yol boyunca birçok konuyu konuştuk. Kanımız birbirine çok iyi ısınmıştı.
Güzergâhımız üzerinde bir kafeteryada oturup biraz daha dertleşmek uzun uzadıya görüşmek istedik; ne de olsa ilk defa birbirimizi görüyor ve henüz yeni tanışıyorduk.
Siyasetten ekonomiye, iletişimden empatiye, kültürden eğitime kadar birçok konuyu o gün gerek yol boyunca gerek oturduğumuz kafeteryada görüşme imkânımız oldu. Annesinin de babasının da bir ‘öğretmen’ olduğunu söylüyordu. Ebeveynlerini ‘Babam kötü bir matematik öğretmeni, annem ise çok iyi bir resim öğretmeni’  şeklinde kategorize edip anlatıyordu tebessüm ederek.
Müsait bir zamanda anne ve babasını alıp evime çay içmeye gelmelerini, meslektaşım olan anne ve babası ile tanışmaktan memnuniyet duyacağımı ifade ettiğimde teşekkür ederek ekledi; “Biz de sizi her zaman çay içmeye bekleriz hocam. Fakat annemle tek tanıştırabilirim sizi; babamla asla”
Babasına karşı neden böyle bir mesafe takındığını anlayamamıştım ilkin. Ama sonrasında açıkladıkları ile nedenini daha iyi anlıyorum; “Hocam babam kötü bir matematikçi olduğu kadar anneme de kötü bir eş, çocuklarına da kötü bir babaydı. Henüz ben ilköğretimde iken ayrılmışlar. Esasında ayrılmamışlar; babam annemi terk edip başkasına gitmiş.”
Ayrılış sebeplerini sorduğumda, tamamen ekonomik nedenlerden kaynaklandığını söylüyordu.
Sohbet devam ediyordu: ‘Peki, baban ile hiç görüşmüyor musun artık?’
“Yok hocam. Babamın annem ile yaptığı evlilik ikinci evliliği idi. Ayrıldıktan sonra babam üçüncü biri ile de evlendi. İlk evliliğinden bir, üçüncü evliliğinden ise üç kardeşim var. Annemden ise tek çocuk olarak ben varım. Babam şu an hâlen üçüncü eşi ile yaşadığı için kendisi ile görüşmüyoruz. Sadece kardeşlerim ile görüşüyorum.”
Bir ara ciddî bir öksürük tuttu kendisini. O kadar ciddî öksürürdü ki ağzından kan ve et parçaları çıkacakmış sanırdı insan.
“Çok ciddî bir rahatsızlığın var herhâlde. Bir doktora göründün mü hiç?” dediğimde “Gerek yok hastaneye gitmeye hocam; hastalığımı biliyorum. Otuz beş yıllık hayatımın yirmi iki yılı sigara on beş yılı da alkol kullandım. Ve hâlen de kullanmaya devam ediyorum. Bunun sonucu da Pnömotoraks olmuşum zaten; akciğerlerim sönmüş. Vücut organlarımın çoğu hayatî fonksiyonlarını yitirmiş durumda. İstesem de artık ne alkolden ne de sigaradan vazgeçebilirim. Artık vazgeçilmezlerim olmuş. Sağ olsun babam küçük yaşta bizi bırakıp gidince annem de sürekli okula gidip öğrencileri ile ilgilenip beni ihmal edince tutunacak bir dal ihtiyacı içerisine girmişim demek ki. Ve edindiğim arkadaşlar ile birlikte sigara ve alkole başladık. Ne annem ne de babam beni sevdi, sigara ve alkolün beni sevdiği kadar!..” diyordu sitem ederek.
“Hocam ilâçlar ve kremler ile ayaktayım. Bir iki gün ilâç almadım mı hayat çekilmez bir ızdıraba dönüşüyor benim için. Sürekli spor da yapıyorum. Genç ve dinç gösterdiğimi söylemiştiniz ya; Sanırım dinç görünmemin sebebi de bu. Ama ne olursa olsun keşke ne genç ne de dinç görünmeseydim de ilâçsız ve kremsiz bir hayat ile sağlam bir akciğerim ve sağlıklı bir yaşantım olsaydı”
Anlaşılan küçük yaşlarında ailesinin kendisine çok ihmalkâr davranmasının sonucu olarak bu durumlara sürüklenmiş Atilla. Ebeveynlerin çocuklara göstermesi gereken ilginin, sevginin nelere kadir olduğunu; sevgisizlik ve ilgisizliğin insanı nerelere kadar sürükleyebileceğini, başına nelerin getirebileceğini Atilla’yı dinledikçe daha iyi anlıyorum.
Siyaset ile oldukça ilgili olduğunu söylüyordu. Anne ve babasının sosyalist devrimci olduğunu söyleyerek kendisinin de bu gelenekten yetişmiş biri olarak üst kimliği olan siyaset kimliğini sosyalist devrimci olarak tanımlıyor ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olduğunu vurguluyordu. Son seçimlerde bu partiden milletvekili adayı olarak da gösterilmiş Atilla. “Kazanamasam da bu dâvâya adanmışlık benim için yetiyor” diyordu.
Bu siyasî gelenek uğrunda coplandığını, nezarethanelerde kaldığını, hapis yattığını ve işkence gördüğünü de ekliyordu. Hatta kaşının üzerinde var olan izin işkence gördüğü sırada kaşının yarılmasından kaldığını söylüyor; “Ne pahasına olursa olsun bu partiye olan adanmışlığımdan vazgeçmem” diyordu.
Hatta işsiz kaldığı günlerde var olan güzel diksiyonunu malzeme bilip radyolarda program yapıp sunmuş ve oradan elde ettiği gelir ile de partiye üyeliğin gerektirdiği aidatlarını ödemiş; kendi ifadesi ile partisine olan vefa borcunu hiç ‘ihmal’ etmemiş.
Otuz beş yaşına, "yolun yarısı"na gelmiş olmasına rağmen henüz evlenmemiş. Annesinin yanında barınıyormuş. Sebebini ise; “Babam gibi başkalarının hayatlarını karartmayayım diye evlenmeyi şu an düşünmüyorum” şeklinde izah ediyordu.
Sosyalist devrimciliğinin yanı sıra; dinden uzak bir aile ve arkadaş kültüründe yetişmiş olmasından ötürü olacak ki son on yıldır ateist olduğunu da söylüyordu.
Tüm bu yaşanmışlıklar, ebeveyninin öğretmen olduğu bir aileye yakışmıyor değil mi?
Bakıcılık yapıp, market işletip, hamallık yapıp, tuvalet temizleyerek çocuklarını çok iyi yerlere taşıyan ailelerin yanında bu tür ailelerin varlığı utanç verici. Öğretmen de olsalar bu ebeveynlerin topluma pek bir yararları olacağını zannetmiyorum; hatta yarardan çok zarar getirecekleri kanısındayım.
Bir ara kendimi, eşimi ve çocuklarımı düşündüm.
Eşim ile anlaşamayıp ayrılsak ve çocuğumuz hem sigara, hem alkol kullansa, Pnömotoraks hastası olsa, kendini TKP’ye adasa ve bu uğurda coplansa, yaralansa, nezarethaneye atılsa, işkence görse, İslâmî hassasiyetten uzak bir kimliğe sahip olsa ve üstelik ikimiz de öğretmen olsak, acaba babalığımdan utanmaz mıyım?
Kendi öz evladıma öğretmenlik yapamayıp başkalarının çocuğuna yapacağım öğretmenlikten ne gibi bir hayır gelir, diye hiç düşünmez miyim? Hangi yüzle sınıfa girer, öğrencilere bir şeyler öğretmeye çalışır; sözde aydın diye geçinirim? Okula gittiğim vakit gördüğüm onlarca yüzlerce öğrenci kendi öz öğrencimi; oğlumu bana hatırlatıp vicdanımı hiç mi sızlatmaz acaba? Nasıl dayanabilirim bu acıya? Hangi bahaneler ile teselli bulabilirim ki? Bu soruları Atilla’nın anne ve babası da kendilerine soruyorlar mıdır hiç?
Öğretmen olduklarını ve ellerinden nice Atillaların yetiştiğini düşününce büyük bir korku kaplıyor bedenimi. Kim bilir kaç çocuğun hayatını daha mahvetmişlerdir? Atilla ile tanışmamız mahvedilen bir hayat ile tanışmayı beraberinde getirmişti…

Okunma Sayısı: 906
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı