"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Öğretmenlik her zaman mutluluk tablolarıyla mı dolu?

HALİS SERHAT TAN
01 Kasım 2012, Perşembe
Ayın on beşi idi. Bankaya uğrayıp para çektikten ve faturaları ödedikten sonra yol üzerindeki bir alış veriş merkezine gittim.
Kurban Bayramı’na bir hafta on gün kalmıştı. Kendime bayramlık birkaç şey baktıktan sonra öğle yemeğini yemek üzere alış veriş merkezinin en üst katındaki restorana çıktım. Çevremden birçok kişi daha önce çok methetmişlerdi burayı. İlk defa geliyordum. Temiz, hijyenik ve otantik bir yerdi. İçeride asılı, insanın tabiatına hitap eden güzel tablolar vardı.
Boş olan bir masaya oturup yemeği yedikten sonra kalkıp hesabı ödemek üzere kasaya yöneldim. Kasanın arkası camekândan yapılmış ve arka tarafı mutfak olan bir bölüme açılıyordu. Buzlu camdan yapılı olduğu için iç kısım görünmüyordu ama. O gün nedense pencere açıktı. Ya açık unutulmuş, ya da temizlik yapmış ve açık bırakmışlardı. Mutfağın iç kısmı ve çalışanları çok rahat bir şekilde görünüyordu.
Ben hesabı öderken kasiyerle olan diyaloğumuzdan sesim kendisine gitmiş ve tanıdık gelmiş olacak ki iç kısımdan birinin bana baktığını fark ettim. Göz göze geldiğimizde geçen seneki öğrencilerimden Oğuz idi.  Bir elinde tabak diğer elinde sünger bulaşıkları yıkıyordu. Bu şekilde benimle, hocasıyla karşılaşması utandırmıştı onu.
Kendini ezik yahut mahcup hissetmiş olacak ki yüzünün kızardığını fark ettim. Bakışları değişmiş; pişmanlık içeren bir bakışla bana bakmaya başlamıştı. Sıkıntısı gitsin diye kendisine tebessüm edip “Merhaba Oğuz, nasılsın görüşmeyeli?” diyerek bir sohbet ortamı oluşturmak istedim.
Geçen sene mezun olan öğrencilerimizdendi Oğuz. Geçen sene çok çatışmıştık, hararetli tartışmalara girmiştik. Kavgaya ramak kaldığı zamanlar dahi olmuştu.
Oğuz, zeki ve güçlü bir hafızaya sahip, ama öteki yandan sigarası olan ve teneffüs aralarında sürekli kız öğrencilerimize sataşan ve adı problemli olarak karşımıza gelen biriydi.
Diğer öğrencilerimizi rahat bırakıp dersleriyle ilgilenmesini, buradan mezun olduktan sonra bu günlerin bir daha geri gelmeyeceğini bu günlerin kıymetini bilip kendini derslerine vermesi ve üniversite sınavlarına çalışması ve güzel bir bölümü kazanmasını, aksi takdirde ilerde çok pişman olacağını söylediğim için sevmediği öğretmenlerindendim. Bu yüzden çok tartışmışlığımız vardı Oğuz ile.
Olsun, öğrencilik yıllarında beni ne kadar dinlememiş olsa da, dediklerimi ne kadar dikkate almamış olsa da, hatta kimi zaman bana karşı saygısız tavırlar içerisine girmiş olsa da sonuçta öğrencimdi. Bana göre bir öğretmen kendi öğrencisini öz evlâdı gibi sevmeyi becerebilendir. Öz evlâdı haylaz olan bir baba nasıl ki çocuğuna karşı sevgisini yine de gösteriyorsa, bir öğretmen de öğrencisi ne kadar kötü olursa olsun ilgisini ve sevgisini eksik etmemeli diye düşünüyorum.
 Bu açıdan kendisini sevdiğim ve kırmak istemediğimi ifade etmek ve onun da pişmanlığını bir nebze olsun gidermek açısından ilk diyaloğu ben başlatıp “Merhaba, nasılsın Oğuz görüşmeyeli?” dedim.
Mahcubiyet edasında hafiften tebessüm edip ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra mutfak kısmından çıkıp kasiyerin bulunduğu kısma, yanıma geldi. Öpmek için ivedi bir şekilde elime yöneldiyse de bırakmadım. Sımsıkı bir şekilde ellerinden tutup birkaç dakika sevgiyle, hasretle bakıştık. Sonrasında boş bir masaya götürdüm. Oturup dertleştik.
“Hayat nasıl gidiyor Oğuz?”
“Çok yorucu, stresli ve zordur hocam.” gibi birkaç ısınma diyaloglarından sonra “Geçmişte yaşadığımız güzel günlerimiz, anılarımız var seninle” dedim tebessüm ederek.
O ise “Hocam pek de güzel olduğu söylenemez aslında. Siz bize, iyiliğimiz için hayat deneyimlerinizi, tecrübelerinizi aktarıyorken biz ise pek dikkate almayıp, sizi dinlemediğim için şu an çok pişmanım. İyiliğimiz için o zamanlar söylediklerinizi biz yanlış anlıyor, bilerek bize takılıyorsunuz, hatta sataşıyorsunuz sanıyorduk...” dediğinde geçmişte yaşadığımız kötü anıları unuttuğumu ve bunun yerine sevgi ve saygıyla birbirimize bakmamız gerektiğini dile getirdim.
“Oysaki gerçekten de iyiliğimizi istediğinizi mezun olduktan ve burada bulaşıkçı olarak çalışmaya başladıktan sonra daha iyi anlıyorum hocam. Size karşı çok saygısız tavırlarım oldu, size karşı geldiğim zamanların pişmanlığını şu an yaşıyorum. O günler geçmişte kalsa da sizden özür dilerim hocam.” Geçmişte bana karşı yaptığı davranışların yanlış olduğunu burada bulaşıkçı olarak çalışmaya başladıktan sonra yaşadığı zorlu günlerin ardından anlamış ve pişmanlığını dile getiriyordu.
“Sana karşı herhangi bir kırgınlığım yok Oğuz. Şu an pişman olman bile güzel. Benim açımdan değil tabiî, senin açından güzel. En azından gelecek adına daha isabetli kararlar alır daha mantıklı davranışlarda bulunursun. Daha olgun düşünürsün. Büyüklerinin sana söylediği nasihatleri daha ciddiye alır uygulamaya çalışırsın belki.” dediğimde beni onaylar türünden başını salladı.
“Kaç gün geliyorsun buraya, çalışma saatlerin nasıl?” diyerek çalışma takvimini sorduğumda “Hocam hafta içi her gün sabah sekiz akşam on, hafta sonraları ise gece vardiyasında çalışıyorum. Gece onda geliyor sabah sekizde gidiyorum” dedi.
“Peki, aylık ücretin ne kadar?” dediğimde aylık değil haftalık çalıştığını ve haftalık maaşının yüz lira olduğunu söyledi. Ne kadar da az değil mi? 400 lira karşılığında bir ay boyunca kirli bulaşıkları yıkayacak elleriniz bir sıcak suya bir soğuk suya değip mahvolacak, sürekli ayakta kalacaksınız.
Geçmişe gidip ileride bu günleri yaşayacaklarını bir video yahut teknolojik bir araçla ispat nevinden gösterme imkânı olsa, eminim canla başla kendilerini derse ve eğitime vereceklerdir.
Bir musîbet bin nasihatten daha iyidir derler ya; istediğiniz kadar boğaz patlatın, anlatın; yaşamadıkları sürece söylediklerinizin bir kıymeti veya ciddiye alınır tarafı olmuyor bazen. 
“Peki, memnun musun iş yerinden, çalışma arkadaşlarından?” dediğimde simasından memnuniyetsizliği anlaşılıyordu; “Hocam hiç memnun değilim. İlk işe girdiğimde burada bulaşıkçı olarak anlaşmıştık. Ama belli bir süre geçtikten sonra bu sefer elime viledayı tutuşturup yerlerdeki parkeleri de temizlememi söylediler. Durumu patrona söylediğimde ‘hesabına gelirse çalışırsın, gelmezse çeker gidersin’ türünden bir şeyler söyledi. Çok zoruma gitse, onuruma dokunsa da mecburdum kalmaya hocam. Başka yerler tecrübem yok diye bulaşıkçı olarak dahi almadılar. Para kazanmam gerekiyor, artık ailemden para almak zoruma gidiyor çünkü. Onların da kendilerine göre giderleri var, ne zamana kadar babamın eline bakacağım ki?” diyordu.
“Hayat böyle işte; zor ve meşakkatli tarafları da var.” deyip bazen acıya tahammül etmek, bir mevkiye gelebilmek için bazı haksızlıkları görmezden gelmek gerektiğini kendisine söyledim. Burada yaşadığı sıkıntılı günlerden kurtulmanın yolunun boş vakitlerini değerlendirerek bol bol kitap okuyup kendini geliştirmesi, sınavlara çalışarak üniversiteyi hayaline eklemesi ve bu hayale kavuşuncaya kadar da mücadele etmek olduğunu anlattım.
Yaklaşık bir saat oracıkta sohbet ettikten sonra cebimi verip, müsait olduğu bir zamanda okula gelip bir çayımı içmesini ve sürekli görüşmemiz gerektiğini, kendisine yardımcı olacağımı söyleyerek vedalaşıp ayrıldım.
Ayrılırken yolda kendi kendime biraz bu konuyu düşündüm. Bütün öğretmenler birlik olup Oğuz ve onun gibi okulu pek ciddiye almayan öğrencilerle ilgilenip kendilerini derslere vermelerini söyleyip; ileride hayat şartlarının zor olduğunu anlatıp tek kurtuluş ve kazançlı yolun ders çalışmak ve üniversite okumak olduğunu anlatsaydık keşke.
Belki de bugün Oğuz’un elinde bulaşık yerine kitap olacak vaktini bulaşık yıkamak yerine vizeye, finallere çalışarak geçiriyor olacaktı. Bu açıdan ben üzerime düşen vazifeyi fazlasıyla yaptığımı ve hatta bu uğurda Oğuz ile çatıştığım dönemler olduğunu da bildiğimden vicdanım rahattı.
Aileyi tanıdığım için biliyorum. Bana göre aile de çok ihmal etmişti Oğuz’u. Eğer onunla ilgilenseydiler belki bugün çok daha farklı bir noktada olacaktı.
Bunca zamandır eğitimciyim. Birçok problemle karşılaştık. Birçok vak’alar, kavgalar, olaylar, disiplin suçları, okuldan kaçmalar, yaralanmalar, hırsızlıklar, bağımlı öğrenciler gördük. Nerede bir suç işlendiğine şahit olmuş, nerede bir problemle karşılaşmışsam orada ailenin kendi çocuğunu ihmal ettiğinin sonucu olarak bu durumlara geldiğini görmüşümdür. Elbette ki istisnalar kaideyi bozmaz, ama genel anlamda ihmalkârlıktır öğrenciyi heba eden.
Buradan kendime de pay çıkarıyorum elbette. Öğrencilerimle daha fazla vakit geçirmem, onlara daha çok rehberlik edip doğru yolu tercih etmelerine yardımcı olmam ve kendi gelecekleri adına daha isabetli kararlar almaları için daha çok çalışmam gerektiğini anlıyorum ben de.
Öğretmenlik böyle bir meslek işte; Doktor, avukat, eczacı, mühendis öğrencilerinizi gördükçe mutlu olurken, diğer yandan garson, bulaşıkçı, temizlikçi öğrencilerinizi görüp üzüldüğünüz zamanlar da oluyor.
Hayat bu, her zaman mutlu tablolar sunmuyor maalesef.
Okunma Sayısı: 1046
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı