"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dürüstlük ve ameline güvenmek

Hasan GÜNEŞ
26 Ekim 2017, Perşembe
İslâm’a itiraz edenler azalırken Müslüman’a itiraz edenler artıyor.

İnsanların ekseriyeti fikirlere ve söze değil uygulamaya bakıyor. Siyaset gibi popüler hususların öncelikli olması uygulamadaki çok önemli noktaları ihmal ettiriyor. İhmalin ana sebeplerinden birisi de öncelikli kabul ettiklerimizin bizi kurtarmaya yeterli olduğunu düşünmemizdir.

Hz. Musa (as) Mısır’da, Peygamberimiz (asm) de Mekke’de büyük sıkıntılar çekti. Ancak Hz. Musa (as) Arz-ı Mevud’a Peygamberimiz (asm) de Medine’ye gelince sıkıntılar bitmedi şekil değiştirdi.

Sözleriyle davranışları birbirini tutmayanlar neredeyse müşriklerden daha çok sıkıntı veriyorlardı.

Eski Mısır ve eski Mekke’de imanını ilân etmek kuvvetli bir imanın ve sağlam bir takvanın emaresiydi. Mü’min çevreyi incitmeyen ve gözeten iyi bir komşu, elinden dilinden zarar gelmeyen emin ve ahlâklı kişiydi. Mü’min özellikle meslek ahlâkında da en iyilerdendi. Meselâ tüccar ise dürüst tüccardı ve öyle kabul görmüştü. Ağır şartlar gereği Müslüman olduğunu söylemek, anlatmak ve izah etmek zordu. Fakat hal lisanı ile İslâm’ı anlatmanın önündeki engeller her zaman olduğu gibi az ve tesirsizdi. Müslümanlar daha çok hal diliyle ve İslâm’ı yaşayarak İslâm’ı anlatıyordu. O zamanlar kişinin Müslüman olduğunu anlamanın en kolay yolu Peygamberimiz Muhammedü’l-Emin (asm) gibi emin ve dürüst olmak, hak hukuk gözetmek, adil ve ahlâklı olmak gibi faziletlerdi. Dünyaya meydan okuyan sahabenin alt yapısı güzel ahlâk idi diyebiliriz. Evet, başlangıçta sahabeye bütün dünya karşıydı, ancak güzel ahlâklarına ve dürüstlüklerine kimse itiraz edemiyordu. Onlar düşmanlarının dahi itiraf etmek zorunda kaldıkları bir fazilet sahibiydi.

Sahabenin faziletleri sonraki nesillerde ağırlıklı olarak devam etti. O şartlarda İslâm, coğrafya olarak dünyanın neredeyse yarısına ulaştı.

Benzer dönemler zamanımızda da yaşandı ve yaşanıyor. Ezanın yasak olduğu dönemlerden bugünlere geldik. Ancak ahlâkî hassasiyet, faziletler ve toplumdaki kabul noktasında çok gerilerdeyiz. Bu da İslâmî gelişimin ve dinine sahip çıkan ve İslâm’ı yaşayan nesiller yetiştirmenin önündeki en büyük engel olarak önümüzde duruyor. Sebepleri ve çarelerini araştırmak en önemli gayretlerden olmalıdır.

Materyalist ve maddeci bir medeniyet anlayışı ve dünya görüşünün her yere nüfuz etmesi önemli bir sebep. Ancak bu faktörler Batı’da daha ağırlıklı olmasına rağmen İslâm dünyası bazı hususlarda Batı’ya kıyasla çok gerilerde. Aramızdaki farklardan birisi, onlardaki hürriyet ve demokrasi bizde ise uzun süren ve ara ara devam eden istibdat ve baskı rejimleri. Baskı rejimlerinin ahlâkî erozyonda payının büyük olduğu herkesin malûmu.

Ancak önemli bir husus daha var ki o da ameline güvenmek. Dindar olmayan insanların bir kısmı kendilerini kurtaracak bir ibadetleri olmadığı için hak, hukuk ve adalet gibi faziletlere sığınarak kendilerini kurtaracak en azından vicdanlarını rahatlatacak davranışlarda bulunabiliyor. Ekonomik problemlerini halletmiş Avrupa ülkelerinde de bu tür faziletler önemli bir seviyede. Hatta bazı incelemelerde “İslâmî yaşantı”da yani İslâm’ın emrettiği bazı ahlâkî davranışlarda en üst seviyelerde.

Müslümanlar ise maalesef beklentilerin çok altında. Hukukullah nevinden olan namaz oruç gibi ibadetlerin kendisini kurtarmaya yettiğini düşünüyor. Kul hakkının tamamen farklı olduğunu birbirinin yerine geçemeyeceğini unutuyor. Kusur ve zararının İslâm’a isnad edilmesi cihetiyle kat kat arttığının farkına varamıyor. Ya da günümüzde çok yaygın olduğu gibi İslâmî bir sembol, grup, fırka, parti gibi şeylere sahipse ve destek veriyorsa bunun kendisini kurtarmak için yeterli olduğunu düşünüyor. İslâm ahlâkını ihmal ediyor. Bu ihmalin neticesi ise zannedildiği gibi basit değil, nihayetinde dalâlettir, hak ve hakikatten sapmadır.

Bilindiği gibi Mesnevî-i Nuriye’de “ucb”dan yani amele güvenmekten bahsedilir: “Arkadaş! Ye’se düşen adam, azabdan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemalâtı var, hemen o kemalâtına bel bağlar. 

Güvenerek der ki: “Bu kemalât beni kurtarır, yeter” diye bir derece rahat eder. Hâlbuki a’male güvenmek ucbdur. İnsanı dalâlete atar.”

Okunma Sayısı: 2107
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan ÇALIŞAN

    26.10.2017 11:02:24

    Her dönemde olduğu gibi, günümüzde'de müslümanların en büyük sorunlarından biri,"Doğru islamiyeti ve islamiyete layık doğruluğu"hakkıyla anlayıp yaşayamadığımızdan,sizinde"insanların ekseriyeti fikirlere ve söze değil uygulamaya bakıyor."hakikatı gereği, söylenen sözler,nasihatlar tesirsiz kalıyor.Böyle bir durumda müslümanlar, insanların islamiyete geçişinde bir köprü olmaları gerekirken duvarlar örüyorlar.Müslümanların bu durumlarına rağmen"İslâm’a itiraz edenler azalırken Müslüman’a itiraz edenler artıyor."Cümlesinden islamiyetin şahsı manevisi kendini anlatmaya ve muhtaç gönüllere girmeye devam ediyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı