"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Türkiye ve ABD ilişkilerinin seyri - 1

Hasan GÜNEŞ
24 Eylül 2018, Pazartesi 00:10
Türkiye-ABD münasebetlerinin 2 yüz yılın üzerinde bir mazisi var. İlk münasebetler kötü tecrübelerle başlamıştır.

DİZİ: HASAN GÜNEŞ

[email protected]

Türkiye - ABD İlişkileri - 1

Son günlerde gündemin en önemli konusu haline gelen rahip krizi, doların tavan yapması ve vadesi gelen borçlarla Türkiye-ABD ilişkileri yeni bir safhaya geçiyor. Her şeye rağmen krizin Türkiye’ye fazla zarar vermeden diplomatik müzakerelerle çözüleceğine inanıyoruz.

Türkiye-ABD münasebetlerinin 2 yüz yılın üzerinde bir mazisi var! ABD, savaş gemisiyle ilk ziyaretini 1800 yılında İstanbul’a yapar. Yirmi sene sonra ilk misyonerler İzmir’e gelmeye başlar. O zamanlar hem din hürriyeti hem de Osmanlı’nın müttefik arayışı misyonerlere müsamaha ile bakılmasını sağlar. Akdeniz’de Osmanlı’ya karşı artan Kuzey Akdeniz ülkelerinin tehditlerine karşı müttefik arayışları o zamandan başlamıştır.

İlk münasebetler kötü tecrübelerle başlamıştır. Cezayir ve Trablusgarp eyaletine bağlı gemilerin Amerikan ticaret gemilerine engel olması ve haraç alması ABD donanmasını harekete geçirmiştir. Münasebetler 1830 yılında ABD ile Osmanlı arasında Seyr-ü Sefain (Sefinelerin, gemilerin Seyri) ve Ticaret Anlaşması imzalanmasıyla yeni bir safhaya girdi.

1863’te Robert College İstanbul’da açıldı. Okul bilindiği gibi o zamandan bu yana Ecevit gibi siyasilerden iş adamlarına ve yazarlara kadar çok sayıda kişinin yetişmesinde ve fikirlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Amerikan siyasetçileri misyonerlerin de baskısıyla, okulları her zaman önemsemiştir ve gerektiğinde kaba kuvvete başvurmaktan da çekinmemiştir. Sultan II. Abdülhamid Beyrut’ta açılmak istenen Amerikan Okuluna müsaade etmeyince ABD gemileri İzmir limanına gelip tehdit etmişler ve müsaadeyi almışlardır. (Abdülhamid’in Kurtlarla dansı)

Doksan Üç Harbi

Bilindiği gibi Doksan Üç harbi Osmanlı’nın en acı mağlûbiyetlerindendir. Rus ordusu beş yüz yıldır Müslüman ve Osmanlı olan Balkanların tamamını geçip İstanbul’a dayanmıştı. Yeşilköy’e kurduğu karargâhta teslim anlaşmasını diretiyordu. Hep cephede kazanıp masada kaybeden Osmanlı diplomasisi ilk defa cephede kesin kaybettiği bir savaşta masadan neredeyse zaferle çıktı. Hatırlanacağı üzere Risale-i Nur’da Rusların durduruluşu ve manevî alt yapısı Mevlânâ Halid bahsinde geçer.

O günlerde Rus pençesinin gölgesindeki Osmanlı hariciyesi seferber olmuştu. Dünya gezisine çıkmış olan Eski ABD başkanlarından Ulysses Simpson Grant o günlerde İstanbul’a geldi ve Osmanlı’ya destek verdi. Grant başkanlığı döneminde de Osmanlı’ya silâh satışları gibi hususlarda ciddî desteği olan birisiydi. Osmanlı devlet erkânı eski başkanın ziyaretini büyük bir gösteriye dönüştürdü.  Rus ilerleyişinden paniğe kapılan Avrupa ve Abdülhamid’le görüşen eski başkanın anlaşmada büyük tesirleri oldu.

ABD Birinci Dünya Savaşı’nda silâh satışı ile iyi para kazandı. Her ne kadar Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmamış olsa da savaşın sonuna doğru müttefikimiz Almanlarla savaştı. Savaş Alman denizaltılarının İngiltere’ye yardım götüren Amerikan gemileri batırmasıyla başladı.

Bilindiği gibi Türkiye Lozan anlaşmasıyla başlayan süreçte Almanya ve İslâm ülkeleriyle münasebetlerini dondurup tabiri caizse İngiltere kulübüne ve vesayetine dâhil olmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılarıyla birlikte İngiltere ortaklığın kaymak kısmını kendisinde bırakarak yük kısmını ABD’ye devretmeye başlamıştı. Kendisinden sürekli borç isteyen Türkiye’ye ABD’yi adres gösterdi ve aracılık yaptı. Bu kapsamda 1940 Eylül’ünde Türkiye İngiltere’nin referansıyla Amerikan Borç Verme Yardımından faydalanmamaya başladı. Yardımlar silâh yardımı şeklindeydi ve Almanlara karşı savaşa girmek şartıyla veriliyordu. Türkiye silâh ve mühimmatın yetersiz olduğunu ileri sürerek ayak sürüyünce İngiltere’nin baskısıyla sevkiyat durdu.

İkinci Dünya Savaşı ve Sovyet tehdidi

ABD ile ilgili ilk ciddî münasebetler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başladı. Savaşın ağır yıkımıyla bütün dünya savaşın müsebbibi sayılan Hitler ve Mussolini benzerlerinin tekrar çıkmaması için tedbirler alıyordu. Demokrasi rüzgârı esiyordu ve demokrasinin olmadığı ülkeler açık hedefti. Hitler gibi diktatörlerin yarın kime savaş açacağı belli değildi. Türkiye’deki tek parti de hedef olmaya başlamıştı. Stalin durumu fırsata dönüştürerek Türkiye’ye Boğazlar, Kars ve Ardahan ile ilgili üst üste notalar vermeye başladı.

Sovyetler, Türkiye’yi işgal edebilir miydi? Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki sekiz-on ülkeyi işgal eden bir devlet yalnız bulursa fırsatı kaçırmazdı ve notalarla savaş çıkarmaya çalışıyordu.

Dünya siyaseti karıştı. ABD yöneticileri Doğu Avrupa’yı Sovyetlere terk ettikleri için zaten halkın ciddî tepkisine maruzlardı. Türkiye de kaybedilirse Akdeniz ve Ortadoğu da Sovyetlere terk edilmiş olacaktı. Amerikan yöneticileri Türkiye’ye desteklerini açıkladılar. 1947’de Başkan Truman’ın Sovyet tehdidine karşı Türkiye ile Yunanistan’ın savunulmasıyla ilgili doktrini açıklamasıyla politika resmileşti. Daha sonra Türkiye’ye Marshall yardımları başlar. Arkasından da Türkiye ile ABD arasında Eğitim Komisyonu kurulur. Bunların hepsi CHP zamanında yapılan işlerdir ve devlet politikasıdır.

Daha sonra Türkiye’de demokrasiye geçilmesiyle Amerikan kamuoyunda ciddî bir rahatlama olur destek daha da artmaya başlar. Sovyet tehdidi gerilemeye başlar.

Kore Savaşı

İkinci Dünya Savaşında Japonya’nın işgal ettiği Kore, ABD ve Sovyetler tarafından kurtarılmıştı. Ancak ülke Almanya gibi kuzey ve güney şeklinde Sovyetler ve Batı vesayeti olarak bölünmüştü. ABD yine Almanya’da olduğu gibi çok partili demokrasi ile kısmen çekilirken Sovyetler hâkimiyetini arttırmak istiyordu. Nihayet iç savaş başladı, Kuzey Kore Sovyetler ve Çin desteğiyle Güney Kore’yi işgale başladı.

Hatırlanacak olursa Troçki’nin bir doktrini vardı: Bütün dünya komünist olmadan gerçek komünizm uygulanamaz. Aksi takdirde devrim kısa zamanda çöker. Onun için sür’atle devrim ihracına başlanmalıdır. Lenin ve Stalin de aynı fikirdeydi, ancak bütün dünyayı birden karşılarına almak doğru değildi. Her şeyin zamanı vardı.

Sovyetlerin Türkiye’yi tehditleri ve Kore’yi işgale başlaması Troçkizm’in uygulamaya konulduğunu gösteriyordu. Batı dünyasında ciddî bir korku başladı.

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Kore’ye asker gönderme tartışmaları başladı. Bugün Kore yarın Türkiye miydi? Lenin, Stalin ve Mao tarihin en büyük Türk ve Müslüman kıyımını yapmışlardı. Koca Kırım’da Türk ve Müslüman kalmamıştı adeta haritadan silinmişti. Orta Asya’nın nüfusu yarıya düşmüştü. Kimisi kurşuna dizilmiş, kimisi hapishanede ve kimisi sürgünde kimisi de İkinci Dünya Savaşı’nda cephelerde ölmüştü. Yerlerine Ruslar yerleştirilmiş ve bazı yerlerde çoğunluktaydılar. Yıllar sonra Kruşçev yaptığı bir konuşmada bu katliâmları itiraf etmiş ancak bütün suçu Stalin’e yıkmıştı.

Nihayetinde Sovyetlerden ilk notaları yiyen CHP de iktidardaki Demokrat Parti’yi desteklemesiyle Kore’ye asker gönderme kararı alındı. İhtiyat birliği olarak giden Türk Tugayı Çin’in aniden sızma harekâtıyla savaşa girmesiyle kendisini savaşın ortasında buldu. Türk askerinin gösterdiği kahramanlık dünya basınında haberlere konu oldu. Çin’in dev askerî gücüyle savaşa girmesiyle savaş dengelendi.

Hür dünyanın blok halinde Kore’de komünizme karşı durmasıyla Sovyetler ve Çin Afgan işgaline kadar yeni bir işgale cesaret edemedi.

İkinci Amerika

Bilindiği gibi Risale-i Nur’da Avrupa yani Batı ikiye ayrılır. Medeniyet toptan reddedilmez semavi dinlerden özellikle İslâmiyet’ten istifade ederek yükselen Avrupa ayrı değerlendirilir. Teknoloji, fen ve ilim sahasında istifade edilebileceği ifade edilir. İslâm’a, hak ve hakikate, adalete düşman ve sömürgeci olan İkinci Avrupa tehlikesine özellikle dikkat çekilir ve Müslümanların uyanık olması istenilir.

Ayrıca “Devletler milletler muharebesi tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki eyledi” derken ne tek bir ABD ve Avrupa ve de ne de tek bir Türkiye yok artık! Demokrasi karşıtları dinî veya milliyeti ne olursa olsun dünyanın her yerinde birbirlerini bulup işbirliği yapabilirken demokrasi, hak ve hürriyet taraftarları da asgari müştereklerde ittifak yapabilmeli. Ancak ittifaklar açık ve şeffaf olmalı. Bağımsız meclisler tarafından denetlenebilmeli. Nitekim Avrupa’da da bizden daha küçük NATO müttefiki olan ülkeler var. Ancak onlarda ittifak ile ilgili bütün konular siviliyle askeriyle mecliste denetlenebildiğinden ülkeler bağımsızlığını korumuşlardır. Demokrasinin olmadığın ülkelerde ise kapalı kapılar arasında yapılan görüşmelerde ABD’ye ciddî tavizler verilmekte ve memlekete bağımlı hale gelmektedir.

Kore Harbi’nden sonra Türkiye NATO ittifakına girdi. Askerî yardımlar başladı. Kafkaslarda ve Sovyet uydusu olan Bulgaristan’da zırhlı ve mekanize Sovyet birliklerine karşı Türk birliklerinde kısmî iyileştirmeler yapıldı. Tank, top ve mekanize birliklerle ikinci bir Sarıkamış ve Ayastefanos faciasının önüne geçilecekti.

İttifak sebebiyle sanayi, teknoloji ve eğitimde ciddî gelişmeler sağlandı. Tek parti döneminde on binlerce köylüye ilkel şartlarda zorla angarya ismiyle meşhur kazma kürekle aylarca yaptırılan yollar bir iki günde yapılıyordu.

Ancak ikinci Avrupa ya da ikinci Amerika boş durmuyordu. Türkiye’nin hızla gelişmesi, özellikle İslâm ülkelerine yaptığı açılımlar Fransa ve İngiltere gibi ülkeleri de rahatsız etmeye başlamıştı.

Demokratlar iktidardaydı, ancak vesayet yönetimi hâlâ direniyordu. Özellikle askeriyede yuvalanmaya başlamışlardı. Maalesef vesayet NATO ittifakının ordudaki faaliyetlerinin tam olarak denetlenmesine engel oluyordu.

Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ABD’nin tek alternatif olmasının ciddî sıkıntılara sebep olacağını bildikleri için Avrupa ve Sovyetler Birliği ile de iyi münasebetler kurmaya karar verdiler. Avrupa Ekonomik Topluluğuna ilk müracaat yapıldı.

Demokrat Parti iktidarını devirmek isteyenler Ankara Washington arasında mekik dokuyorlardı. Yardımlar ve yatırımlar askıya alındı. Menderes, Türkiye’yi Batı’ya mecbur eden Sovyet tehdidini azaltmak ve beraber yatırımlar yapmak için Moskova’yı ziyaret etmeye karar verdi. Ancak bu ziyaret hiç bir zaman gerçekleşmedi.

27 Mayıs ihtilâli memleketin başına kâbus gibi çöktü. Başbakan ile birlikte iki bakan asılarak idam edildi. Darbelerle dışişleri bakanlarının asıldığı pek görülen bir hadise değildir. Bütün dünyada tanınan dışişleri bakanlarına taktik olarak dokunulmaz. Ancak şer komiteleri İslâm ülkeleriyle yapılan açılımları özellikle CENTO’nun intikamını mutlaka almak istiyorlardı. Yine bu idamda Avrupa Birliğine ilk müracaat ve Sovyetler Birliği ile yakın münasebetlerin alt yapısının hazırlanması da unutulmamalı. Yıllar sonra yayınlanan CIA belgelerinde karıştıkları ihtilâller listesinde 27 Mayıs da vardı.

Etiketler: türkiye, abd
Okunma Sayısı: 2479
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan ÇALIŞAN

    24.9.2018 16:48:20

    Hasan bey "Türkiye ve ABD ilişkileri" siyasi,askeri ve ekonomik alanlarda gündemimizi en çok meşgul eden meselelerin başında olamasına rağmen,iki ülkenin tarihi hakında en yazılan dolayısıylada en az bilinen bir konuyu yazınıza taşımanız,günümüz hadiselerini daha iyi anlayabilmemiz açısından isabet olmuş diye düşünüyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı