“…Şu içtimaî sistemde ki damar-ı zulmün bir mecrası da şudur: Yüksek tabakada ki birinin öldürülmesiyle, çok seneler matem tutulur. Hâlbuki onun cinayetiyle tabaka-i avamda yüzer, belki binler kişi telef olsa, bir-iki günde unutulur. Şu ise adalet-i Kur’âniyeye zıttır. Bir şah bir gedayı öldürse, şeriat kısasa hükmeder; ikisini bir görür.” (Tulûat) hakikatini ifade eden Bediüzzaman, adalet-i Kur’âniyenin toplum kesimleri arasında sağladığı müsavata dikkatlerimizi çekiyor.
Kişilerin toplumsal statüsüne göre adalet anlayışı içtimaî sistemi bozarak adeta işlemez hale getiriyor. Kim olursa olsun adalet karşısında bir görülmeli eşit bakılmalı kişinin konumu ve vaziyetinin adalete olumlu olumsuz hiçbir tesiri olmamalıdır. Bu hususlar sağlanamadığı takdirde adalete karşı şikâyet ve şekavetler artacak, adalet düsturlarının selâmeti hususunda şüphe ve tereddütler ortaya çıkacaktır. Adalet-i beşeriyenin tam tahakkuku için adalet-i Kur’âniyenin esas alınması gerekmekte, dâhili ve harici bütün tesirlerden uzak bir adalet sistemi inşa edilmelidir.
Ahkâm-ı âdile (adaletli hükümler) ile hükmeden hükümet-i âdilenin bulunduğu muhafaza-i hukukta önde ve öncü bir ülke olmak için adalet-i Kur’âniyenin düsturlarına kulak verilmeli, “Adalet-i halise, İslâmiyet’ten çıkar”(Lemaat) düsturuyla hareket edilmelidir. “Adalet nefh-i Sûr-i İsrafil gibi hayatlandırıyor” (Nutuk) düsturundan anlaşıldığı gibi umum milletin süruru ve adaletle huzuru için hakikî adaletin tesisinde çalışmak gerektir.