Münâzarât’ta yer alan ve yazımızın başlığını ifade eden bir sual ve cevap ile başlamak istiyoruz.
“Sual: Çok âlim ve şairler, zamanlarında büyük hâkimleri ifratla senâ etmişler. Hâlbuki o hâkimlerin çoğuna müstebid nazarıyla bakıyorsun? Demek iyi etmemişler.
Cevap: Şiirin koyduğu o kaide ve yollar olmasaydı, yüce şeyleri yapan ustalar o şeylerin nasıl yapılacağını bilemezlerdi (Suriyeli Ebu Temâm). Kâidesince, onların niyetleri ümerâyı seyyiattan lâtif bir hile ile vazgeçirmek ve onlara hasenat arkasında müsabaka için garip bir bahşiş-i şairâneyi ortaya koymak... Lâkin o bahşiş koca bir milletin sırtından alındığından, istibdatkârâne hareket etmişlerdir. Demek çendan niyette iyi etmişler, lâkin amelde yanlış gitmişler.”
Bediüzzaman, zamanın âlim ve şairlerinin kendi idarecilerini ifratla sena etmelerinin hata olduğunu ifade etmekte, her ne kadar iyi niyetle de olsa amelde yanlış hareket ettiklerini belirtmektedir. Bu tarz ifratlarla koca bir milletin hukukunun zayi edilmesine tamamen karşı çıkan Bediüzzaman, her ne şekilde olursa olsun milletin üzerinden istibdatların alkışlanmasının yanlışlığını ifade etmiş, böyle bir halin milletin sırtından bahşiş vermek olduğunu belirtmiştir.
Bu sual ve cevabın devamında tekrar ‘Neden?’ diyerek soranlara karşı Bediüzzaman; “Zira, kaside ve bazı teliflerinde büyük bir kavmin mehâsinini mânen garat edip, bir müstebide verip ve ondan gösterdiklerinden şu noktadan bilmeyerek istibdadı alkışlamışlar” demektedir.
Yazarlar, çizerler, düşünürler böyle bir vaziyete girerek bilmeyerek de olsa istibdadı alkışlama durumuna düşmemelidirler. Yazılarında, eserlerinde büyük bir milletinin iyiliklerini tek başına şahıslara vererek müstebitliğin ve istibdadın devamına vasıta olmamalıdırlar.