Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin en doğru müellif ve en muhakkik hakîm dediği Sâdi-i Şirâzî’nin Bostan ve Gülistan isimli eserinden bir hikâye aktarmak istiyoruz.
Birisi müşkül bir meselenin halli için Hazreti Ali’ye müracaat etti.
Şehirler fetheden, düşmanları bağlıyan, İslâm’ın Emiri Hazreti Ali o husustaki bilgi ve düşüncesini söyledi. O mecliste hazır bulunan bir şahıs, Hazreti Ali’nin cevabına itiraz ile: “Ya Ebelhasen! Bu müşkülün cevabı buyurduğunuz veçhile değildir” dedi. O şahsın itirazına, büyük namdar, ilmi ve kemali herkesçe müsellem olan Hazreti Ali incinmedi. O şahısa: “Pekâlâ. Daha iyi bir hâl sureti bilirsen söyle.” dedi. Bunun üzerine o şahıs bildiğini söyledi ve doğrusunu söylemek lâzımsa, meseleyi pek güzel halletti. Hakkı söylemek, hakkı kabul etmek bir vazifedir. Güneş çeşmesi balçık ile sıvanmaz. Şahı Merdan Hazreti Ali o şahsın cevabını pek beğendi ve orada bulunan cemaate hitap ile “Ben yanılmışım, yanılmamak, insanların fevkinde olan bir Allah’a mahsustur. Bu zat daha iyi cevap buldu, daha doğru söyledi” dedi.
Böylece bir itiraz, büyük bir makam sahibi birisinin sözüne karşı yapılsaydı kibrinden onun yüzüne bakmadığı gibi; ‘büyüklerin huzurunda söz söylemek terbiyesizliktir, bir daha böyle edebsizlik etmeyesin’ der ve adamlarına emreder, onu huzurundan kovdurur, hem de haksız yere onu dövdürürdü. Arkadaş! Kimin başında büyüklük, benlik varsa onun hakkı, hakikati dinleyeceğini zannetme. Böyle benlik sahibi kimseler ilimden usanır; nasihatten arlanırlar. Evet, ne kadar yağmur yağsa, taş üzerinde gelincik çiçeği bitmez.
Eğer sende fazilet denizinin incileri varsa, haydi, kibirden, benlikten âzade olan kimselerin ayaklarına dök. Görmez misin gül, kendisini hakir gören kara toprakta biter. Kendisini büyük gören kimse kendisinden daha büyük kimse görmediğinden, gözü kimseyi görmez. Ey hakîm! Etek dolusu incilerini benlik ile dolmuş kimselerin üzerine saçma. Sen kendini övme, seni eller övsün. Eğer sen kendini översen, başkalarından methüsena bekleme.