Sıtma nöbetleri gibi tekrarlanan ve ne zaman karşılaşılacağı pek bilinemeyen ihtilâl hastalığı vatan bünyesini sarsmakta, titreterek hastalandırmaktadır.
Meslekleri tamamen ihtilâl ve fesat üzerine kurulu olan darbeci zihniyet bu memlekete ancak husûmet getirmekte, adalet ve muhabbeti ortadan kaldırmaktadır. Hiçbir zaman darbeler sorunları çözmemiş aksine iltihabı tezyit etmiştir. Ancak yaşanan hadiselerde önemli bir husus vardır ki o da masumların hukukunun muhafazasıdır. “Acaba, bir adam, kardeşinin günahıyla hak nazarında mes’ul olmadığı halde, nasıl oluyor ki, bir karyenin veya bir cemaatin binlerle mâsumları, hiçbir zaman fena tabiatlı ihtilâlciden hâli kalmayan bir şehirde veya bir mahallede bulunan bir serkeş adamın isyanıyla, hiç münasebet olmadığı halde, o mâsumlar mes’ul, belki ifnâ ediliyor?” (Sünûhat, sayfa 41-42) hakikatinden de anlaşıldığı üzere bu memleket maalesef fena tabiatlı ihtilâlcilerden hâli değildir. Bu zalimlerin yüzünden hiç münasebeti olmayan masumları mesul tutmak belki ifna yani yok etmek, hem İlâhî hukuka hem de dünyevî hukuka uygun düşmemektedir.
Masumların hakkını gözetmemek cemiyet-i beşeriyeyi ve uhuvvet-i İslâmiyeyi sarsar, millî ailenin hanesi olan vatan hanesinin huzurunu bozar. “Sadâ-yı ihtilâlî, vâveylâ-yı intikamî, kin ve haset enîni…” (Lemeat) bu vatana hâkim olmaması için masumların hakları korunmalıdır. “Bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallüb ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim” (Tarihçe-i Hayat, sayfa: 164) diyen Bediüzzaman gibi, lehinde ve aleyhinde olduğumuz hususları bu şekilde ilân ediyoruz.