“Cenâb-ı Hak, şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsaydı, senin elindeki ayine de temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünkü, o timsalinde oldukça, harareti, ziyası, renkleri olurdu; hararetiyle hayat bulurdu, ziyasıyla şuurlu olurdu, renkleriyle de duygulu olurdu.”(Mesnevî-i Nuriye)
Hakikatini ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, en güzel renklere sahip olan güneşin bu güzel renklerini duygulara benzetmektedir. Renkler, doğrudan doğruya hissiyatlara hitap ederek duyguları harekete geçirme özelliğine sahiptir. Dünyayı güzelleştiren harika renkleri tefekkür ederken, mânevî renk yoğunluğuna sahip olan iman hakikatlerini de her daim tefekküre devam etmek gerektir. Böyle bir tefekküre alışanların duyguları harekete gelecek, aydınlanacak ve renklenecektir.
Manevî renklerle meşguliyeti olmayanlar veya bu meşguliyetin neticesi olarak yeterli istifadelerde bulunmayanlar sadece nefsinde kayıtlı ve zamanla solmaya yüz tutan hususî renklerle vakit geçirecektir. Nefislerde kayıtlı hususî renklerin perdelemesi dolayısıyla hakikî renklerin hakikî güzellikleri görülememektedir. Nefsin bu sabitlenmiş renklerinden kurtulmanın çaresi, renklerin her çeşidinden istifade etmek kabiliyetine sahip olan şahs-ı manevî içerisinde yer almakladır. Nefsimizin kayıtlı ve kısıtlı renkleriyle hadiselere bir renk vermek yerine, şahs-ı manevinin kayıtsız ve geniş renkleriyle hadiseleri renklendirmek en güzelidir. Nefsimizin renkleriyle görünmek yerine, şahs-ı manevinin rengiyle görünüp ona teveccüh etmek, doğrudan doğruya rengimizi oradan bilmek ve bulmak en halis bir haldir. “Nefsimde kayıtlı hususî renklerim bana yeter” demek aslında renksizliği kabul etmek manasına gelmektedir.