Vasıta vaziyetinde bulunan dellâlın cam gibi şeffaf olarak her zaman mehazı göstermesi gerektiğinden birinci yazımızda da bahsetmiştik.
Risale-i Nur’da ifade edildiği gibi; nasıl ki güneş ulviyetiyle beraber, bütün şeffaf ve parlak şeylere nihayet derecede yakın, belki onların zatlarından onlara daha yakın olur ve her şeffaf zerreye hattâ ziyası nereye girmişse orada hazır ve nazır bulunur. Aynen öyle de manevî bir güneş olan Risale-i Nur, mehazın kutsiyetini korumak için mehaza gölge olmayan, şeffaflığı ile sadece mehazı gösterenlere nihayet derece yakın olur, belki kişinin kendi nefsi ve zatından ona daha yakın bulunur. Bu şekilde şeffaf olmakla mehazın kutsiyetini ve tesirini kırmayanların yanında (aynen o güneş gibi) bütün hakikatleriyle hazır ve nazır olarak bulunur.
“Üstadımız bir hizmetkârıyla dahi konuşamıyor. Konuştuğu vakit bir hararet başlıyor. Bunun hikmetini bir ihtara binaen söyledi ki: ‘Risale-i Nur bana hiç ihtiyaç bırakmıyor. Konuşmaya lüzum kalmadı. (Emirdağ Lâhikası) Hakikatinde mehazın ehemmiyeti ifade edilmektedir. Mehazın muhafazası için gelen ihtarlar nazara alınmalı, mehazdan uzaklaşmak ve uzaklaştırılmak şahs-ı manevice hoş karşılanmamalıdır.