Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın “De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum.
Sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir. (Şûrâ Sûresi)” demesiyle emir olunarak, Âl-i Beyt’e karşı ümmetin meveddetini (sevgisini) istemesinin sırrı aşağıda ki şekli ile Risale-i Nur’da izah edilmektedir. “Hem ümmetini Âl-i Beyt’in etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlâhî ile bilmiş ve İslâmiyet zaafa düşeceğini anlamış. O halde, gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesânide lâzım ki, âlem-i İslâmın terakkiyât-ı mâneviyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn-i İlâhî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyt’i etrafına toplamasını arzu etmiş.” (4. Lem’a) Hakikatinden anlaşılmaktadır ki Ehl-i Beyt kuvvetli bir şahs-ı manevî olarak teşkil edilerek manevî terakkiyata bir merkez kılınmıştır. Dağılmaların, parçalanmaların ve karışıklıkların önlenmesini sağlayacak bir ittifak ve ittihad noktası olarak Ehl-i Beyt’in şahs-ı manevisi gösterilmiştir.
İşte bu asırda Ehl-i Beyt-i Nebevîden olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri: “Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.” Hakikatini ifade ederek şahs-ı maneviyi metin, kuvvetli ve sarsılmaz bir nokta-i istinat olarak göstermiştir. Bu sayede her türlü menfi tesire müsait olan şahısçılığı ve şahsî hareketleri önlemiştir. Mağlûbiyetin bir sebebi olan, bir cemaate ve bir şahs-ı mâneviyeye karşı bir neferi göndermek yanlışından kurtarmıştır. Şahs-ı manevilere karşı şahıslarla değil yine şahs-ı manevî ile karşılık göstermenin lüzumunu ders vermiştir. İttifak ve tesanüt ile şahs-ı manevî etrafında birleşmenin elzem olduğunu göstermiştir. Âl-i Beyt’in şahs-ı manevisine dâhil olarak o şahs-ı manevî doğrultusunda hayatını ve hizmetini tanzim eden Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bütün eserlerinde şahs-ı manevinin ehemmiyetini ders vermiştir.