Mısır’da Cami’ül Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Molla Şeyh Bahit Efendi Bediüzzaman Said Nursî’ye:
“Avrupa ve Osmanlı Devleti hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?” diye soruyor.
Bediüzzaman Hazretleri:
“Avrupa bir İslâm devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak.
Osmanlı da Avrupa ile hamiledir, o da onu doğuracak” olan veciz cevabı veriyor.
Bu zamanda da Bediüzzaman’ın talebelerinin kurduğu Yeni Asya Gazetesi bünyesindeki yazarların yazılarını okurken bunu hissediyoruz.
Gazetemiz mensuplarından birinin çizimi ya da yazısını incelediğimizde Şeyh Bahit gibi, “Ben de böyle düşünüyordum; ama böylesine icazlı anlatamazdım” demek mecburiyetinde kalıyoruz.
Yeni Asya… 46 yıllık bir destan… 46 yıldır hiç yanılmadı Yeni Asya? Hiç yanılmaz mı insan? Yanılır! Ama Yeni Asya bir insan değil ki, insan-ı kâmil hükmünde bir şahs-ı manevî…
İşte biz böyle bir şahs-ı manevinin okuyuculuğu görevini üstlenmiştik. Sonra neden yazıcılığını da üstlenmeyelim, neden yazamayalım dedik ve Yeni Asya Gazetesi’nin düzenlemiş olduğu gazetecilik seminerlerine katıldık.
Gazeteyi sadece dışarıdan okumak yerine içinde olmak, işleyişe şahit olmak… Bu, tadı anlatılmaz, tadına doyulmaz deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki,
Zübeyrî çizginin devamı olan gazetemiz; hizmetini, Zübeyir Ağabey’in Risale-i Nur’ların farklı yerlerinden alıp tanzim ederek hazırladığı Hizmet Rehberi’ne göre yapmaktadır.
Çalışanların hareketlerini, birbirleriyle ilişkilerini ve hatta manşet toplantılarını bile müşahede etme fırsatı bulduk bu süreçte.
Manşet toplantılarına katılmak ayrı bir heyecandı bizim için. O ciddî işte bir katkımızın, bir reyimizin olması, atılacak manşete bile meşveretle karar veriliyor olması, her zamanki gibi “iyi ki buradayım” dedirtti.
Meselâ: Toplantıdakilerden herhangi biri meşveret etmeden hemen öncesine kadar canhıraş bir şekilde kendi teklifini manşet yapmaya çalışıyor; ama başka bir teklif daha fazla oy alıyor, yani farklı bir cümle manşet oluyor. Ama aynı abi bize ertesi gün verdiği seminerde o günün manşet cümlesini kendi fikriymişçesine sahip çıkıp savunabiliyor, övebiliyor.
İşte meşveret, işte gazete… Çünkü Nurcuların naşir-i efkârı olmak bunu gerektirir.
Hakikaten “okuyucusu sahibi olan gazete” tabirine lâyık olan gazetemin her bir ferdini bu tutumlarından ötürü ve birincisini düzenlemiş olduğu gazetecilik seminerlerini böylesine güzel bir şekilde tamamladığı için tebrik ediyor ve onlara Cenâb-ı Hak’tan muvaffakiyetler temenni ediyorum.