Karanlığa döndüm yüzümü.
Bitmeyen yollara, kapanmayan yaralara, gelmeyen hayallere döndüm. Zamanın paslı hançeri saplıyken ufkuma, dönüp gidemiyorum zamansızlığa. Su gibi akıyor her şey önümden. Tutamıyorum, kalmıyor elimde nazmım, nesrim, ebrum, tezhibim, hattım… Bir damla gözyaşıyım bu gece. Hâza bir damlayım yalnız. Gösterişten uzak, sessiz, sakin, sade… Yığınların önündeyim ne çare…
Sabaha daha çok var. Güneş gelmeden devşirmeli ümit kıvılcımlarını geceden. Selâm durmalı yalnızlığa. Bir üveyk sessizliğiyle beklemeli belki. Ya da bir derviş mutmainliğiyle…
Huzur… Sadece huzur… Yalnızca huzur geceden bahşedilen avuçlarıma. Yıldızlar ellerime düşüyor sanki, sonsuzluk cihat-ı sitteme. Ben bir gökyüzüyüm, ben boşluğum, mehtabım… Ben Alaaddin’im, uçan halımla. Gece… Bütün derbederliğimle önündeyim. Anlat bana çaresizliğini.
Kotarılmış hayaller var gökyüzünde gelecekten çalınan. Gün yüzüne çıkmamış masallar, kokusu gelmeyen çiçekler, renkleri olmayan kelebekler var. Biliyor musunuz, her gün biri görünür kılınıyor sanki, her gün değişik bir yönü geliyor rüzgârın. Gökkuşağının yedi rengine renk ekliyorum daha. Kokular burcu burcu, renkler elvan elvan sanki huzurumda. Geceyi karanlığıyla, gökyüzünü sessizliğiyle seviyorum ben. Hiçbir şey beklememecesine…
Sonsuzluk denizinde uçan gecenin dâmenine yapışsak, bize de sonsuzluk bulaşır mı kereminden? Biz damla damla katreleşir, ummanlaşırken, her şey açar mı gözlerini bütün renkleriyle? Gözlerimiz sermest yolunu gözlerken, kadem kadem gelişin cihana değmez mi? Biz çocuksu sevincimizle gülümsemeye durup mahcubiyetle başımızı eğerken, bir anda bahar iklimine açıverir miyiz gözlerimizi? Ufkun kızıllığına takılı yüreklerimiz, aynı anda sabahı özler mi? Vuslatın heyecanını firak ateşi her zaman böyle söndürür mü? Ahh cevabı kendinden meçhul sorular… Sizinleyim, sizinle kalacağım sanırım, cevapsızlığınızla…
Gecenin tek tük ışıkları, nasıl da çaresiz karanlığa karşı. Bir meçhul gelip söndürmüş nurlarını. Rüzgâr esmiş, soğutmuş dem ve damarlarını. Çaresiz kalmış belli ki. Yârin bir lâhzalık bakışına kilitlenmiş öylece duran bir çift göz gibi hepsi. Karanlığı aydınlatamamanın, ona hükmedememenin, iklimini bahara çevirememenin mahcubiyeti var duruşlarında. Leylin suskunluğunda da cesaretinin şaşaası…
Geceyi sabaha bağlayan ukdeler, bir sıcak damla bırakıyor karanlığa. Yalnızlığın kitabını yazanlar, karanlığı nefesiyle ısıtanlar geliyor aklıma sonra. Sabah, nehârına onların gözyaşlarıyla kavuşacak belki. Derdini, ıztırabını zamana katık edenlerin pır pır atan kalpleriyle gelecek sabah. Kalbî itminanını tekessüründe arayanların derûnî bakışlarıyla gelecek. Ufku, bütün asırları içine alacak derecede rasat edişiyle halelendirenlerin, ufukların ötesine geçişiyle nurlanacak. Ve bir adım daha… Bahar…
Hani çocuklar olur, gülüşlerinde güller, çiçekler açan. Pırıl pırıl hayallerini okursunuz gözlerinden. İşte öyle bir sevinç kaplayacak her yeri sonra. Çocuksu, saf, yalın… Çağlayanların içlere ferahlık veren çağıltısı ulaşacak kulaklara. Kalpler sürûr bulacak, yürekler sevince dokunacak elleriyle. Işıktan parmaklarıyla ufku gösterenlerin mübeccel ellerini haklı çıkarırcasına gelecek bahar. Bir adım, bir adım daha ve adımlar… Karda ilk yürüyenin açtığı yoldan diğer adımlar gelecek sonra..
Kararlı, cesur, vakur adımlar…