"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hayy isminden damlayan hayatlar

Havva KÜÇÜK KONUR
29 Ocak 2017, Pazar
Hayat o kadar canlı, heyecanlı ve kıpırtılı ki… Nereye gitse, nereye düşse o yeri canlandırıyor, hareketlendiriyor.

Canlılık, titreşim, ihtizaz… Bölünse bölünen her bir parçası canlılığını sürdürmeye devam ediyor. Parçalansa, her cüz’ünden ayrı hayat fışkırıyor. Cenâb-ı Hakk’ın Hayy isminin kâinatta en azam tecellisine şahit oluyoruz. Ademe düşen, yokluğa kalbolan, inkıraza dönen hiçbir şey yok, hiçbir zerre mevcut değil.

Hayatın başına gelen hiçbir şey anlamsız değil. “Hayy” isminin dokunduğu hiçbir zerre hareketsiz değil. Dünya, kâinat, yaratılmışlar hepsi hem kendisi hayat sahibi, hem de hayatın temerküz noktasında olması hasebiyle insana hizmet ettiklerinde hayat sahibi. Âdeta dünya ve gezegenlerin hem kendi etrafında dönmesi, hem de güneşin etrafında dönmesi gibi. Mevcudat insana hizmet ettiği ölçüde değer kazanıyor, kıymetleniyor. “Bismillah” diyerek yediğimiz ve vücudumuzda çürüyen bir elma, Cennette önümüze geliyor. Böylece bâkileşiyor, Cennete ehil bir hâl alıyor.

Hayatın başına gelen her musîbet, sıkıntı, zararın da böyle bir tarafı var aslında. Musîbete sabrettiğimiz, sıkıntılara katlandığımız dakikalar, bize Cennet ömrü olarak geri dönüyor. Boşa gitmiyor sıkıntı zamanları, boşluğa düşmüyor.

Ağacı kesersiniz. Kestiğiniz parçalar etrafa dağılır. Bazıları yeniden yeşermeye başlar, küçük tohumları olur. Yeşeremeyenler toprağa karışır, gübre olur, yine ziyan olmaz. Ağaç kesildikten sonra daha küçük parçalara ayrılır, eşya yapılır, yine hayatiyetini devam ettirir. Kâğıt yapılır, kitap basılır, sayfalar canlılığını devam ettirirler. Bu yüzden eskiden kâğıt aharlanır, bazı tabiî malzemelerle üzerine cilâ sürülür, ondan sonra yazı için kullanılırdı. Ki yıllar sonra da okunabilsin, herhangi nem, küf ve güveden korunsun.

Canlı olan, canlıdan edinilen, canlıdan üretilen hiçbir şey, canlılığını yitirmiyor, insan fıtratına hizmet ediyor. Şu anda kullandığımız ürünlere bir bakın. Fabrikasyon olanların bize zarar verme ihtimali daha yüksek. İnsan vücudunu negatif yönden etkiliyor. En basit ahşap kapı pencereler ile plâstik olanlar karşılaştırıldığında görüyoruz. Plastikler hiç hava geçirmiyor, sesi yalıtmıyor, havanın sıcak ve soğuğundan haberiniz olmuyor çoğu zaman. Peki, bu durum insanın canlılık tarafına ne kadar uygun?

Hayatı sıkıntısız, dertsiz istemek, başına gelen musîbete şekva göstermek bana biraz da bu plastik pencere örneğini hatırlatıyor. Başıma bir şey gelmesin, sıkıntım olmasın, ayağıma taş değmesin… Hâlbuki insan yaratılışı itibariyle sorun çözme, pratik çözümler bulma, zararlardan korunmak için gerekli tedbirleri alma ve uygulama becerileri ile yaratılmış. Eğer zarar gelmemesi fıtrî bir şey olsaydı, yaratılışımız böyle olmazdı. Ayrıca sıkıntı çeken insan, etrafında sıkıntı çekenlere karşı da duyarlı olur. Çünkü bu bildiği bir duygudur. Aynı hissiyatı bir başkasının yaşadığını görmek, insana kendi acılarını hatırlatır ve duyarlılık, farkındalık refleksi kazandırır.

Etrafınızda duyarsız olduğunu düşündüğünüz insanları gözlemleyin. Muhtemelen hayatta çok fazla sıkıntı çekmemiştir. Sizi anlayabilmesi için, kendi başına aynı hadisenin gelmesi lâzımdır ki, o duyguyu tanısın, sizin de aynısını yaşadığınızı bilsin ve size destek versin. Etrafında acıya, hüzne, gözyaşına bir radar hassasiyetiyle, algıları açık dolaşan insanlar başlarına gelen her acıdan gerekli dersi tam almışlar ve dertleri onları, herkes başına gelen neyse onu çeksin sığlığına düşürmemiş demektir. Acının bütün insanlar için ortak olduğunu, gözyaşının bütün dünyada aynı şeyi ifade ettiğini idrak edebilseydik, yine de bu kadar gamsız dolaşabilir miydik acaba?

Nasıl sinir uçlarımız, kılcallarımız sıcağı, soğuğu birbirlerine ileterek beyne ulaştırıyorsa, insan da birbirine değerek, acısını paylaşarak insaniyetini kaldıracaktır. Tek bir hücrenin bile görevini yapmaması, mesajda kopukluğa sebebiyet verecek, vücut zarara uğrayacaktır. İnsanı musîbete, eleme maruz, başına gelen problemleri de çözebilecek kabiliyette donatmış olan Hayy-ı Bâkî, bizlere yekdiğerimizin acısına ortak olmayı da emreder. Bu da insaniyet-i Kübra olan İslâmiyetin bir başka hikmet boyutudur. 

Okunma Sayısı: 1903
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan Çalışan

    29.1.2017 14:21:46

    Yazılarınızla ilk tanışıklığım "İstanbul kalbimdesin" le oldu.Bu farklı bir kalem dedim. Bu vesileylede geçmişe dönük yazılarınızıda okumaya başladım.Hiç şüphesizki insanların sevinçlerini,hüzünlerini,isteklerini, inançlarını anlamakta ve anlatmakta kelimelerin dili çok önemli."Etrafında acıya, hüzne, gözyaşına bir radar hassasiyetiyle, algıları açık dolaşan insanlar başlarına gelen her acıdan gerekli dersi tam almışlar ve dertleri onları, herkes başına gelen neyse onu çeksin sığlığına düşürmemiş demektir. Acının bütün insanlar için ortak olduğunu, gözyaşının bütün dünyada aynı şeyi ifade ettiğini idrak edebilseydik, yine de bu kadar gamsız dolaşabilir miydik acaba?"İfadelerindeki manalar bize kendi düşüncelerimizin muhasebesini yapmaya davet ediyor.Sizin gibi düşünen ve düşündüren kalemlere hava gibi, su gibi, ekmek gibi ihtiyacımız var.

  • mahzun gönül

    29.1.2017 13:56:21

    Rabbimiz yeniden ihya etsin alemi İslamı inşaallah

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı