Ramazan sevinci...
Vermek, verebilmek, verdiğinin peşine düşmemek ne asil bir fiil.. İhsan, bütün vermelerin en azamı, en genişi, en şümullüsü… Verici olma, cömert olma, veren olma deyince aklımıza gelen, gelmeyen her şeyin içinde toplandığı bir kelime.. Yalnızca maddî vermeler değil kastım. Madde cihetinde değerli olan şeyleri bağışlamayı geçtim, tebessüm etmek bile görünür bir sadâkadır. Görünen ve görünmeyen sadâkalar, vericilikler, atiyyeler, hepsi… İhsan kelimesi bunların hepsini içinde taşır.
Ramazan, vermelerimizin doruğa çıktığı zamanları barındırır içinde. İstemeyene açmadığı, kapısını çalmayana göstermediği gizli bir kapısıdır adeta Ramazan’ın. Çünkü esasında verici olmak, nefse en ağır gelen ibadetlerdendir.
Zaten her hal içinde müsbet olmayı yaşama biçimi olarak değil de, nefsini ezip yaptırmayı başardığın bir lütuf olarak görürsen, bir süre sonra yaptıkların seni ucb’a ve kibre götürür. Çünkü müsbet hareket etme, bir lütuf değil, sadece vazifendir.
İşte vermek, lûtfetmek, ihsan etmek de eğer Ramazan’da başa kakılan bir gösteriş değneğine döndürülürse, Allah muhafaza, ruhu olmayan boş bir açlığın dışında, Ramazan adına yaşadığımız hiçbir şey olmayacaktır. Komşuları çağırma, eş dosta iftar açtırma bir ritüelden çok, hayat prensibi olmalıdır ki, soframıza oturanlar sadece hazırladığımız yiyeceklerden değil, Ramazan’ın zenginliğinden de, ruhundan da istifade etsinler.
İhsana, bağışlamaya, ne verdiğini dahi unutmaya, her daim verici olmaya merhaba!