Umudun ötesine bir yolculuk bendeki. Bir bâd-ı sabânın iliklere dolan, titreten, sarsan enmûzeci, insicâmı…
Pırıl pırıl bir gökyüzünün üzerimizde tecellisi, ışıltısı… Yaralı yüreklerin hüznünü gideren, mahzun gönüllerin yüzlerini güldüren bir seyerân… Yavuz Sultan Selim’in kalbindeki ağrı, gönlündeki sızı.. Hani yıllar öncesinden;
İhtilâf u tefrika endişesi
Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz
İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.
Diye feverân etmişti ya… İslâm’ın ittihadı onda bir misyon haline gelmiş ve bu misyon için ömrünü hebâen mensur sarf etmişti ya… İşte İslâm âleminin nazlı gelini ittihad. Ehl-i hamiyetin gözlerini yaşartan, ağlatan, inleten tefrikalar.. Kimi nâmını feda etti ittihadı tesis için, kimi hocalık cübbesini yaktı. Ama bir gerçek var ki, İslâm âlemi asırlarca bu tefrikalar yüzünden ağladı, ağladı, ağladı.
“Tevhid-i imani elbette tevhid-i kulûbu ister. Vahdet-i itikad dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder” (22. Mektup) diyen Üstad’ın, vahdet ve ittihad yolunun nasıl olacağını göstermesi manidardır.
İşte Ramazan böyle bir şemsiyenin altına çağırıyor bizi. Allah’ın emrinin iktizası olarak beraber oruç tutma, ibadet etme, teravihlerde aynı safta huzura yönelme, paslı vicdanları eritiyor, uhuvvete muhtaç gönülleri ısıtıyor. İçten bir gülümsemenin, selâm vermenin, aynı saatte beraber iftar açmanın hazzını kalpler yudumluyor, ihtizaza geliyor.
İttihada, vahdete merhaba!