Gecenin sükûtunda, sabahın alacasında kayboldu insanlık.
Bir çınar yaprağında, bir defter sayfasında, bir mektupta, kartpostalda yitti çoğu değer. Aşındık, unuttuk, evrildik bilinmezliğe. Sonu meçhul kaldırımlar döşedik sonsuzluğa. Kendimizi yineledik, sabahlarımıza katran döktük.
Çocuklarımız yürüdü peşimizden. Adımlarımızı onlar takip etti. Birilerine, bir yerlere isyan ederken biz, fark edemedik arkamızdan gelenlere isyanı öğrettiğimizi. Kalp kırıp gönül burkarken, dost değeri bilmeyip düşman peşinde koşarken derk edemedik neslimizin toprağına attığımız ayrık otlarını. Değerlerimize sırt dönmekle, vefayı ve hatırlamayı rafa kaldırmakla en başta kendimizi unuttuk, unutturduk.
İnsan insana muhtaçtı hâlbuki bilemedik. Hatırlamaya, hatırlanmaya, değer vermeye, kıymetli bilmeye ihtiyacı vardı, göremedik. Değer bilmek, kıymet vermek en fazla bize, kendimize faydalı olan hasletlerdi oysaki, okuyamadık.
Ramazan her yıl bu gaflet tarafımızın başına vurmak için gelir sanki. Ramazanla hatırlarız “eski Ramazanlar”ı. Bu eskiye özlem olduğu kadar bir vefadır, hatırlamadır aynı zamanda. Çocukluğumuzun sahurları, iftarlarına bir yolculuktur. O günlerimizi değerli kılan, kıymetli olan değerlerimizi bugünümüzde yaşatmaya çabalamaktır.
Ramazan pek çok hatırlamayı taşır dünyamıza. Mukabelemizi, teheccüdümüzü, teravihimizi, infak hislerimizi, muhtaçların varlığını… Ramazan’da neleri tekrar hatırladığımızı bir düşünsek, ne kadar zengin bir iklim çıkar ortaya. Belki Ramazanda üzerimize sinen bu ruhu, bir seneye, ömre sığdırmalıyız, ama… Gaflet edip de unuttuğumuz, hissiyât-ı nefsaniyenin galebe çaldığı yerlerimizi görüp tamir etmek, hatırlamak adına bulunmaz zaman dilimleri bu günler.
Vefaya, hatırlamaya merhaba!