Yarım bir yazı... Öylece önümde duran bir iş gibi.
Başına oturuyorum, aklıma bir şey gelmiyor. Başka işlere gidiyorum, aklıma takılıyor. Normalde keyif aldığım bütün meşgaleler bir anda keyif vermemeye başlıyor. Çünkü kafamın içinde saat kurmuşum da kapatma düğmesine basmayı unutmuşum gibi sürekli çalarak beynimi uyarıyor. Yemek yaparken, kahve içerken, birşey izlerken, sosyal medyada dolaşırken, fotoğraf çekerken, hatta ailemle yemek masasında keyifle yemek yerken bile bir anda gelip hançer gibi saplanıyor.
-Bitir beni diyor, bitir beni, bitirmelisin. Başka hiçbir şeyle ilgilenmemelisin. İlgilenemezsin..
Susturamıyorum bu sesi. Sökemiyorum, koparamıyorum, çıkaramıyorum, yutamıyorum. Çıkmıyor. Yazmak dışında yaptığım her şey suçmuş gibi.. Vicdan azabını çekiyorum.
Bu sancıları, eline kalem alan herkes az buçuk bilir. Yazmak bir hastalıktır diyenler, bir yönüyle haklıdır çünkü. Yazmak, ruhumuzu boşaltmaktır. Hastalık, keyif verici bir süreç değildir normalde. Sıkıntılıdır, rahatsız edicidir. Afiyet zamanlarının aksine, her bir dakikasını yudum yudum içirir, geceleri gündüzleri düz eder. Yazmak da böylesi işaretleri bünyesinde barındırır. Bazen aylarca, yıllarca çıkmadığı olur bir yazının. Başlığı atar, beklersin. Şartlarını hazırlar beklersin. Herşeyini tamam eder, planını yapar masana geçersin. Oltasını hazır edip göle atan balıkçı gibi, misinanın ucu titresin diye beklersin. Saatlerce, günlerce, aylarca beklersin, tık olmaz. Gelmez işte, bir çıkıvermez kağıda. Bazen de öyle bir şey olur ki, en olmadık yerde, en işlerinin yoğun olduğu zamanda, en telaşlı vaktinde kelimeler, cümleler dökülüverir zihnine. O an için dünya durur, herşey durur ve sen unutmayayım yazacaklarımı diye sesli sesli tekrar ederken bulursun kendini. Her şey bir kenara deyip kalemle kağıdın başına gitmezsen, bütün büyü biter, o anın verimli cümlelerini unutursun. İstesen de gelmez artık. Sanki bir balık sürüsü geçmiştir oltanın altından ve sen yetişememişsindir.
Benzer bir ifade Otuzuncu Lem’a’nın Beşinci Nüktesinde de geçer. “... ism-i a’zamın iki ziyasından bir ziyası veya altı nurundan bir nuru olan ism-i Hayy’ın bir cilvesi, Şevval-i şerifte, Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa aklıma göründü. Vaktinde kaydedilmedi ve çabuk o kudsî kuşu avlayamadık” der Bediüzzaman. Vaktinde kaydetmenin önemi çok büyük. Bizimkiler, Üstadın yanında söz sırasına bile girmez ama, hakikatler bile vaktinde kaydedilmezse avlanmıyor demek istiyorum.
Yarım yazı, temizlenmemiş yara gibi.. Ne yaparsan yap, acısıyla, tamamlanmamışlığıyla kendini hissettiriyor. İlla o yara temizlenecek, pansuman yapılacak, merhemi sürülecek ve kapatılacaktır. Yazı da aynen bunun gibi, kendini yazdırmaya yer arıyor. Yarım yazının müsebbibi olarak da sürekli bir bekleyiş halindeyim aslında. Güneşin doğuşunu, batışını bekliyorum, belki ilham gelir de yazarım diye. Rüzgârın esmesini, yağmurun, karın yağmasını, yaprakların düşmesini, bulutların geçmesini, yıldızların çıkmasını, sessizliği, geceyi, sabahı, ikindiyi, serinliği, çay içmeyi, yürümeyi... Fırından taze çıkan ekmeğin kokusunu, kuşların pencerenin önüne konmasını, çocukların okul bahçesinde oyun oynarken çıkardığı sesleri... Her şeyden, herkesten bir yudum su içer gibi, bir taze nefes alır gibi bekliyorum. Bazen geliyor birşeyler, elim kaleme gidiyor. Bazen de gelmiyor hiçbir şey.. Kalakalıyorum yine. Hava zerrelerinde yazılacak kelimeler saklıymış da, ben içime çekememişim, onları görüp gösterememişim gibi geliyor o zaman. Nasip deyip geçiyorum mecbur.
Böylesi bir sıkıntı hali, yazmanın binbir şekli bir hastalığın bünyeye yaşattığı halleri yaşatır demiştim. Kimine göre bu, sıkıntılı, münkabız bir durumken, kimine göre de mutmain bir ruh halidir. İçini kağıda dökebilmek, kendi içinde sıkıntı gibi görünse de, içini dökebilmenin, kelimelere, cümlelere değebilmenin sarhoşluğu, tüm sıkıntılara bedeldir. Niyazî-i Mısri’nin
“Derman arardım derdime,/ Derdim bana derman imiş” dediği gibi, derdinde dermanını bulanlar için yazmak, dermanın ta kendisidir. Sait Faik, “yazmasaydım çıldıracaktım” sözünü, muhtemelen böylesi bir ruh halindeyken söylemiş olmalı. Öyleyse derdimi seviyorum diyenlere hususi bir selam gönderelim ve bu devranı döndürelim.
Kalem ve kağıt ile...