Ötelerden uçup geliyor bir nefha.
Sonsuzluğu içine alıp ummanlaşan, varlığıyla asrına, asırlara nefes aldıran bir soluk… Bizi ayakta tutan, var kılan, varlığıyla varlığımızı ebedileştiren nurânî iksir… Ruhundan bir kıvılcım nereye düşse, varlığını ibkâ ediyor. Hâlinden bir hâl kime giydirilse, dünyada ukbâyı ruhunda gezdiriyor, Cennetî hâlinden istifade ediliyor. Senin ahlâkınla ahlâklanan hiçbir şuur, yolda kalmıyor. Dünyası her daim ışıl ışıl, gideceği yolu berrak, keşmekeşten berî oluyor.
Adın anılınca ruhumdan ruh, nefesimden nefes kopuyor ötelere. Kalemim düşüyor yere, ifadeden âciz... Kalakalıyorum. Karanlığın sonsuzluğunda kaybolur gibi kayboluyorum. Düşüyorum öyle derinlere, derinliklere... Sonsuzluk deyince zihnime geliverenler, çekiliyor ayaklarımın altından bir anda, boğuluyorum. Hasretin nice cânları dilhûn ediyor. Gece oluyor yeryüzü, bütün ışıklar sönüyor. İnsanlar ölüyor sonra, sevgisizlikten, Sen’sizlikten…
Efendim! (asm)
Kerem etmezsen anlatamam Seni (asm), dilim lâl olur. Kalemimin mürekkebine düşmezse soluğun, yazmaz olur elim, görünmez harflerim. Bir hûş olur, sermest gezerim âvârece. İşleyen ellerim işlemez, gören gözüm görmez olur. Bir soluk gelmezse katından, açamam hiçbir kapıyı. Anahtarım olmaz, kalplere girmez sözüm. Gözyaşlarım ulaşmaz sahibine. Dırahşan çehrenin bir lem’ası, kör eder gözlerimi, bakamam masivaya dair hiçbir şeye. Nikâbın nurum olur, mahcup bakışlarımı kaldıramam yerden. Kapındayım, bende’nim… N’olur, kovma kapından, beldenden, kereminden…
Efendim!(asm)
Asırlardan bir asır yaşadı insanlık. Günleri, geceleri, zamanları geçirdi. Şu gökyüzü neler gördü, şu bulutlar kimleri tanıdı.. Her şey sussun istiyorum o yüzden. Sen’in zamanını zaman anlatsın, yıldızlar, gökyüzü, güneş, sema ve ay… Çağırdığın zaman gelen ağaçlar anlatsın, eline aldığında zikreden taşlar anlatsın. Nefesini asrımıza, kalp çarpıntılarını ruhumuza taşıyan rüzgâr anlatsın. Sabahın erkeninde, gecenin serinliğinde ürperen gözyaşları anlatsın. Sana sevdaları için, Seni anlatmak için yollara düşen yüreklerin çağıl çağıl sedaları anlatsın. Mus’ab bin Umeyr anlatsın, Abdullah bin Revaha, Sa’d bin Ebi Vakkas anlatsın… Ve diğerleri…
Zamanın genişletti zamanları, ruhun meftun yürekler açtırdı her dönemde. Bir yol açtın insanlık semasına, mübeccel ruhlar yürüdü ardından. İnsaniyet semasının yıldızları geçti o yoldan, insaniyet-i kübrâyı yaşadılar en samimî şekliyle. Kalplerine sevgili, canlarına minnet bildiler Sana (asm) olan sevdalarını. Her ruh mutmaindi, her bakış naifti Seni (asm) gördükten sonra. Her şey sussun, evet.. O heyecandan yerinde duramayan kalpler anlatsın Seni (asm), Sana (asm) bakmaya hayâ eden mahcup bakışlar anlatsın. Senin (asm) yürüdüğün yollarda yüzleri al al koşuşan çocuklar, emniyet ve saadet içinde sürûr bulan insanlar anlatsın.
Bir ölüm bin hüzündü aranızda. “Tefani” zirvedeydi. Kardeşinde fani olmuş, hakikate gönlünü açmış, Kur’ân hakikatleriyle coşmuştu hepsi. Gönül bağıyla bağlanmışlardı. Gönüllerin birbirinde yaşadığı, kalplerin birbirinde attığı hayatları, hangi güç ayırabilir ki? Hangi iradenin sözü geçer, hangi dilin eli ulaşabilir ki? Heyhât…!
O demde diller sussun, eller, ayaklar, tavırlar, mimikler sussun. Seni (asm), Sana (asm) bakmaya kıyamayan bakışlar, aşkından ve sevdandan çarpan kalpler anlatsın. Nuruna meftûn gözler, nurunla sürûr bulan çehreler anlatsın. Aşkının terennümü diline düşmüş şuâra, sevdanı yazıya dökmüş üdeba anlatsın. Sevgi anlatsın, merhamet, emniyet, adalet, hürmet anlatsın. Seni (asm) sonsuzluk anlatsın, ebedî kalplerde kalacak yâdın adına...
Bir de Bediüzzaman anlatsın. Bütün samimiyetiyle, safvetiyle, Nurları ve Sözler’iyle…