Ölüm hayatın gerçeklerinden biridir. Eninde sonunda hepimizin yaşayacağı bir gerçeğin ismidir ölüm.
İnsanoğlu başı sonu sırlarla dolu göz kamaştırıcı bir kâinatın aldanışları içinde bulunan bir varlıktır. Dünya zevklerine kapılmaya kendi öz çıkarları uğruna türlü çılgınlıklar yapmaya meyillidir, dünya malının heveslisidir ve gün geçtikçe maddeye ve dünyaya daha çok yönelen insan, asıl dünyaya geliş gayesini unutmaktadır. Dünyaya geliş amacımız ise; nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Bu dünyadaki vazifemiz nedir? Sultanımız, hatibimiz, reisimiz ve ileri gelenimiz kimdir? Suallerinin cevaplarını bulmak için dünyaya gelmişizdir. İnsan için dünya hayatının bitmesi yeni bir hayatın başlamasının adı olan ölüm hakikatini Üstad Bediüzzaman Hazretleri şu şekilde açıklamıştır:
“Sizlere müjde! Mevt i’dam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hâkîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecma’ı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Mektubat, 20. Mektup)
Şu pırıl pırıl parlayan kâinat bizleri aydınlatmalı yol göstermeli ve ruhumuzun fazilet ışıklarını söndürmemeli. Hem daha da Nurlandırmalı bize nimet olarak verilen hayatın temel gayesi gözden kaçırılmamalı. Bir gün dünya hayatının sonuna geleceğimizi düşünerek maddî hırs ve zevklerden uzak durmalı, haramlardan kaçınmalı, hayırlı ameller işlemeli, Allah’ın emirlerine itaat etmeliyiz. Yani kısaca “Her nefis ölümü tadacaktır” âyetinin ifade ettiği hakikat gereğince, herkesin hakikî saadet ve lezzet olan kabrin arkası için çalışarak güzel bir ölüm yaşaması için tam bir iman-ı kâmil kazanıp hüsn-ü hatimeye mazhar olması temennisiyle...