Evde başlıyoruz imtihan ve mücadeleye. Uyanmanıza, komşularınız yardımcı oluyor mesela. Uykunuzun en güzel yerinde bir gümbürtü, basamakları takır takır inen ayak sesleri, asansör kapısının metalik homurtusu veya okuluna gitmek istemeyen çocuğun çığlıkları…
Metro, otobüs veya özel aracınızla işe, okula, hastaneye vb. gitmek için yollardasınız. Trafik karmaşası, sizi sebebsiz sıkıştıran, korna çalan, hatalı sollayan, hatta el kol işaretiyle taciz eden trafik magandaları.
Toplu taşıma araçlarındaysanız sıkış sıkış bir yolculuk. “Hamilelere, yaşlılara, çocuklu ve engellilere” ayrılmıştır ikazının büyük harflerle yazıldığı plâkaların hemen yanındaki koltuklarda oturan genceciklerin, uyuyor kandırmacası…
Hizmet alanların da, verenlerin de konumlarını istismarı. Hizmet veren “Acaba ne yapabilirim de az çalışıp, günümü bitiririm” telâşında. Hizmet alanların uyanık girişimleri. Başkalarının sırasını kapma, işi ucuza kapatma, kestirme yollardan hedefe ulaşma çabaları. Alış veriş merkezleri bile tam bir fecaat. Bangır bangır çalan müzik. Aç olanı tahrik eden, tok olanı tiksindiren, alamayanı, sağlık sebeplerinden dolayı yiyemiyenleri üzen, ezen yemek kokuları.. “Haydi gidip namaz kılayım da, kendime geleyim” diyebilirsiniz.
Deyin deyin…
Ayakkabı ve çorap kokularının arasında tenha, sakin bir yer seçersiniz. Huşû içinde namaz kılmaktır niyetiniz.
Telefonu iletişim değil de itekleşim aracı olarak kullanan teyzeler amcalar…Ses tonunu ayarlayamadıklarının farkına varmadıklarından olsa gerek, kızına gelinine, oğluna kardeşine dert anlatanlar. Onlar özellerini konuşurken, siz en özel alan ve anlarınızı huşû dışında, eğilip kalkmalar olarak tamamlar çıkarsınız.
“Güzel ahlâk Peygamberi”nin (asm) aciz, zavallı, doğru istikamet üzere olma niyetlisi bir ümmeti olarak ha gayret… güzel Müslüman olma mücadelesi ve mücahadesine devam…
Ben örnekleri uzatmayacağım.
Siz anladınız.
“Şu da var, bu bu da var” dediğinizi duyar gibiyim. Aynen katılıyorum. Bireysel örneklere hiç girmeyelim. Çünkü bu hamur çoook su götürür. Aman sakın söylenmeyin. Yoksa… “Huysuz, geçimsiz, problemli” damgası yemeniz en iyimser tahmin. Kendisine saygısı olmayandan, size saygı beslemesini beklemek sizin hatanız. Onların değil. Yol arkadaşının ayakkabısının bağı çözüldüğünde, ilerlemeyip arkadaşını bekleyen Resulullah (asm) ahlâklı arkadaşları özlemek kolay… “Ben öyle miyim?” diye soramadıktan sonra. Devletin işlerini görürken kullandığı mumu söndürüp, kendi şahsî mumunu yaktıktan sonra ziyaretçisinin selamını alan Hz. Ömer adaletini anlatmak da…“Tüyü bitmemiş yetimin, dulun, garibanın, açın hakkının” olduğu, devletin kâğıdını, arabasını, yemeğini, zamanını gasbetmeden hizmet edebilmek…İman hizmeti için toplanan paraların kuruşunun hesabını yapabilmek. Dershanelerde içilen bir bardak çayın hakkını verebilmek, bir şekeri israf etmemek, bir kâğıt bardağı lüzumsuz kullanmamak…Dağda veli olmak, belki bu gün için tercih edilen mekânlar değil… Metropollerde yaşamak tercihi ve mecburiyeti, veli olamamak için önemli engel. Zira adım başı dünyevî sıkıntı, adım başı öfke… Adım başı nefsin galeyanı, hissiyatın huzursuzluğu. Adım başı dilin ucuna kadar gelen bed ifadeler. Adım başı bizi israfa, abesiyete, kine, adavete,su-i zanna, gıybete çağıran sebepler.
Belaların sel gibi aktığı, musîbetlerin oluk oluk yol bulduğu, fitne ve günahın en mahrem alanlarımızda kol gezdiği metropollerde, eğer hâlâ “iman ve Kur’ân hizmeti” kaygınız varsa, dDilinize, elinize, duygu ve nefsinize gem vurabiliyorsanız, şeair-i İslâmiyeyi yaşatan ve yaşayan bir mü’min kul olma peşindeyseniz…
Eğer halâ Aziz Üstad’ımın emanetini emanet bilip, kaygılanıyorsanız. Cemaatin içinde bir nokta, noktanın içinde koca bir cemaat ruhu taşıyorsanız… Üzülmeyin -ben gibi- dağlarda sessiz sakin yaşamak arzunuza gem vurun. Metropollerin bile, bünyesinde bilinmez veliler barındırabileceğini düşünüp, yanınızdan geçen, yollarınızın kesiştiği, diz dize oturup ders dinlediğiniz, herhangi birine gülümseyin.
“Mü’minin sadakası” olan gülümsemenizi esirgemeden, muhabbetle, selâm ile gülümseyin. Kendini bilmez velilerin, aranızda dolaştığı ihtimali bile umudunuzu taze tutacaktır. Ben umutlandım biliyor musunuz? Kırkbin kişinin toplandığı Kocatepe’de, ümidim, hayalim, cesaretim ve dahi hüsn-ü zannım ziyadeleşti. Umudun çiçekleri açtı o gün, bu gündür. Yüreğimin en derinlerinde bir yerde, bir tohum çatladı. “Cennetasa bir bahar” serinliği çöktü gözlerime. Damlalaştı, aktı yanaklarımdan. Isparta kahramanları dolaşıyor aramızda.
Aman dikkat…