Altmış askerî darbesi de dahil olmak üzere hemen on senede bir yapılan bütün darbeleri ve hükümetlere yönelik verilen muhtıralara şahit olan, yaşayan birisi olarak, bu dönemlerde bazen sorgusuz sürgün edildim, bazen mahkemelik oldum, bazen mahkûm oldum, ama temyizin kararıyla tekrar beraat ettim.
Hemen bütün darbelerin bahanesi ilke ve inkilâpların elden gitmesi; laikliğin zedelenmesi, anarşi ve terörün devam ediyor olması gibi sudan bahaneler idi. Atatürk’çülüğü zorla milletin kafalarına sokmak için, milletin helâl reyleriyle iktidara gelen Demokrat hükümetleri silâh zoruyla alaşağı eden zorbalar, her alanda tamiri mümkün olmayan öyle tahribatlara sebep oldular ki aradan seneler geçmesine rağmen maalesef bunların tamiri mümkün olmadı. Millet olarak halen darbelerin ve darbecilerin sebep oldukları sıkıntıları çekiyoruz.
Ordunun içindeki darbeci cuntacılar, emir komuta zincirini de devreden çıkararak ilk etapta silâh zoruyla idareye el koyduklarını ilân ederek başta hükümet üyelerinin ve bütün siyasî partilerin faaliyetlerine son verdiklerini ilân ederlerdi. Daha sonra da bütün siyasî partileri kapatarak, sıkıyönetimi ilân ederek ülkeyi kanun dışı keyfi uygulamalarla idare ederlerdi.
Sıkıyönetim mahkemelerinde kendilerine tamamen biat eden sözde hâkim ve savcılar eliyle siyasî kadrolara hak etmedikleri cezaları veren darbeciler, kurdukları uyduruk mahkemelerdeki vicdanlarını satan bazı hâkimler eliyle Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı (Demokrasi kahramanlarını) katletmekten çekinmediler.
Demokrat siyasî kadrolara karşı yapılan, aslında bütün bir milletin hak ve hukukları gaspı anlamına gelen, nice suçsuz insanların hak ve hukuklarını ayaklar altına alan darbecilerin verdiği maddî ve manevî zarar ve ziyanları saymakla bitiremeyiz. Her şey bir tarafa, aradan geçen bunca zamana rağmen ülkenin halen bir darbe ürünü olan seksen iki anayasasıyla idare ediliyor olması darbe dönemlerinde yaşanan sıkıntıların devam ediyor anlamına gelmiyor mu?
Başarısız bir kalkışma olmasına rağmen, 15 Temmuz darbesi de ülkemiz ve milletimiz açısından en az geçmişte yapılan darbeler kadar, belki de onlardan daha çok tahriplere, yıkımlara sebep oldu. Kardeşlikleri, birlik beraberliği alabora eden tefrikalara, nifaklara, ihtilâflara zemin hazırladı.
Aynı değerlere inanan, aynı bayrak altında yaşayan, dini bir, kitabı bir, peygamberi bir, vatanı bir, devleti bir olan milyonlarca insanı artık birbirine şüphe ve endişe ile bakan hale getirmekle kalmayıp, birbirilerine kâfir, münafık, vatan haini, terörist gibi ağır ithamlarda bulunmaktan çekinmez bir hale getirdi.
Kısaca 15 Temmuz kanlı, meş’um kalkışma gerek yapılış tarzıyla, gerek sonrasındaki kanunsuz, keyfi uygulamalar itibarıyla alışık olmadığımız, karanlık, karmaşık, halen aydınlanmayan yönleriyle diğer askerî darbelerden farklı ve çok daha tahripkâr bir darbedir.
Meselâ Cumurbaşkanının darbe haberini istihbarat birimlerinden değil de emekli bir öğretmen olan eniştesinden öğrenmesi... Keza o zamanın Başbakanının; ”darbe ile ilgili MİT’ten tatmin edici bir bilgi alamadım..” beyanları..
Bu gözü dönmüş cani darbecilerin siyasîlere hiç dokunmadan, sokaklara dâvet edilen silâhsız halkı ateş altına alarak ikiyüz elli bir kişiyi katletmeleri...
Ve meş’um, kanlı kalkışmayla beraber darbe ile ilişiği olan veya olmayan kadın erkek demeden, bebek yaşlı demeden, sorgusuz sualsiz onbinlerce kişinin işinden aşından edilmesi ve hapishanelere doldurulması...
Aradan geçen bunca zamana rağmen 15 Temmuzun halen karanlıkta kalan ve gün yüzüne çıkarılmasını bekleyen yönleriyle beraber, halen bazı şüphe ve istifhamları ortadan kaldıracak cevaplar da verilmiş değil bize göre.
Velhasılı darbelerin iyisi olmaz; hepsi kötüdür, velâkin 15 Temmuz kötünün kötüsüdür.
Bütün darbeleri şiddetle kınıyoruz, lanetliyoruz..