Birisi paha biçilmez, pırlanta değerinde kıymetli bir eşyasını emanet olarak verse ve bu emanete sahip olması noktasında sıkı sıkıya tembihte bulunsa siz de bu söylenenleri kulak ardı ederek, bu çok değerli emaneti mal sahibinin izni ve müsaadesi haricinde kullansanız veya başkalarına hibe etseniz gerçek mal sahibinin öfkesini celbeder ve peşinen emanete hıyanet cesasını hak etmiş olursunuz.
Aynen öyle de Allah (cc) bütün bütün duygularımızı, bütün lâtifelerimizi temlik için, gerçek mal sahibi olmak için değil; birer emanet olarak tevdi etmiş. Kendi tarif ettiği şekilde, izni ve rızası dahilinde kullanmamız hususunda emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Birer emanetçi konumunda olan insanlar Allah’ın emir ve yasakları istikametinde duygularımızı, lâtifelerimiz istimal ettiğimizde karşılığında Cenneti vereceğini dikkate almayıp, emanetlerin zayi olması halinde Cehennem azabı olacağını bilmiyor mu?
Malik-i hakikinin kullarına emanet olarak verdiği lâtife ve duygularının başında akıl, kalp, göz, kulak, dil olmak üzere daha bir çok duyguları vermiş. Her birisi birer pırlanta kıymetinde duyguları emanet olarak vermiş. Ve bu emanetleri meşrû bir şekilde O’nun rızası dahilinde istimal edilmesini emretmiş.
Bu duygu ve lâtifelerin hepsi değerli olmakla beraber, bunların içinde birisi var ki çok daha kıymetlidir. İnsanı insan eden, insanı hayvandan ayıran bu lâtife akıldır.
Cenâb-ı Hakk’ın bize bir nimet olarak, bir ikram olarak lütfettiği akıl sayesinde iyi ile kötüyü, zararlı ile faydalıyı, güzel ile çirkini ayırdederiz. Çevremizde vukua gelen olayları, meydana gelen hadiseleri akıl süzgecinden geçirerek doğru ve isabetli değerlendirmelerde bulunuruz.
“Aklı olmayanın dini de olmaz” tesbiti bize aklı olmayan insanların doğru ile yanlışı; zararlı ile faydalıyı ayırdetme basiretinden, ferasetinden mahrum olduklarından, herhangi bir sorumlulukları yoktur, manevî mesuliyetleri de söz konusu değildir.
Ama akıl sahipleri oldukları halde, bu nimeti gerektiği şekilde istimal etmeyip, yanlış yollara sapanlar mutlaka manada sorumludurlar. Bu noktada aklın vasat mertebesi olan hikmetin gereği olan hakkı hak bilip, imtisal etmek; batılı batıl olarak ondan içtinap etmek varken; aklın tefrit kısmı olan bir nevi gabavet olan olup bitenlerden tamamen habersiz bir şekildeki yaşantıya sapmak; veya aklın ifratı olarak bilinen cerbezeye saparak, hakkı batıl; batılı da hak olarak gösterebilme demagojisine sapmak aklın suistimalidir. Ve bir çeşit emanete hiyanettir.
Bir de Yüce Allah’ın; “Hiç akıl etmez misiniz?” “Hiç düşünmez misiniz?” “Tefekkür etmez misiniz?...” gibi suallerle kuluna aklını doğru istimal etmeyi ihtar ve ikaz eden mesajlarını kulak ardı ederek, aklını devreden çıkararak veya deyim yerinde ise aklını birilerinin cebine koyarak veya “bu gibi şeylere aklım ermez... Ağam herşeyi bilir..” anlayışıyla hayatını sürdürmeyi alışkanlık haline getiren insanlar da akıl gibi kıymetli bir emaneti gereği şekilde kullanmamanın sorumluluğundan kurtulamazlar.