Cumhurbaşkanın Başbakanlığı döneminde; “tinerci bir gençlik mi yetiştireceğiz?..
Elbette dindar bir gençlik yetiştireceğiz” kulağa hoş gelen beyanından geçen zaman içinde bu yöndeki gidişatın tam tersine hiç de iç açıcı olmayan bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Yapılan araştırma ve anketler toplumda artarak devam eden alkol ve uyuşturucu alışkanlığının korkunç boyutlarda olduğunu önümüze koyuyor.
Sigara kullanımını bir kenara koyarsak, alkol ve uyuşturucu alışkanlığı yaşının ilkokul seviyesine kadar indiğini; bu sene ele geçirilen uyuşturucu miktarının 94 bin ton olduğunu ilgili bakanlık söylüyor. Bunun neticesi olarak gün geçmiyor ki hayatının baharındaki bir gencimiz alkol ya da uyuşturucudan dolayı hayata veda etmesin.
2016 yılı hukuk dâvâları istatistiklerine göre, son on yılda boşanma dâvâları yüzde 82 artmış durumda. Geçen yıl açılan hukuk dâvâlarında İstanbul’daki dâvâlarının yüzde 62.3 ü; İzmir’deki dâvâlarının yüzde 48.4 ü; Ankara’daki dâvâlarının yüzde 47.7 si boşanma dâvâları olduğunu istatistikler bize söylüyor.
Son on yılda tırmanışa geçen çek senet dâvâları, alacak verecek sebebiyle meydana gelen kavgalar v.s. gibi sebeplerden kaynaklanan suçlardan dolayı verilen cezalarla cezaevlerindeki doluluk oranları tavan yapmış durumda.
15 Temmuzdaki kalkışmadan dolayı darbecilerle hesaplaşma adına ilgisi olan ve olmayan, genç yaşlı demeden, kadın erkek ayırımı yapmadan, suçlu suçsuz ayırımı yapmadan on binlerce insanın hapishanelere doldurulması da toplumda zaten var olan sıkıntıların, gerginliklerin, problemlerin daha artmasına sebep oldu.
Yukarıda bir kısmını nazarlara verdiğimiz acı gerçekler Cumhurbaşkanının yıllar önce Başbakanlığı döneminde sarfettiği; “tinerci bir gençlik değil; dindar bir gençlik yetiştireceğiz” beyanlarından sonra da Bülent Arınç’ın da; “maddî alanda bir çok eserlere imza attık, ama manevî alanda maalesef sınıfta kaldık” beyanlarının doğru itiraflar olduğunu, dindar kimliğiyle bilinen bu iktidar döneminde yaşanmakta olan manevî erozyonla beraber, artarak devam ettiğini gösteriyor.
Ülke insanının geleceğini ciddî manada tehdit eden bu sosyal depremi görmezden gelerek kamufle eden bu ciddî problemi, bu manevî yangını dile getirmemizden dahi rahatsız olup; “her sıkıntının, her problemin çözümünü hükümetten beklemeyin” gibi her meselede olduğu gibi klâsik savunmaların yapacaklarını biliyoruz.
Üstad Bediüzzaman’ın; “Şerefler, hayırlar, maddî manevî ganimetler orduya cemaate tevzi edilir; kusurlar, hatalar, menfi icraatlar başa- reise verilir” hakikatini dikkate almayan siyasiler ve onlara angaje olup biat eden çevreler, müsbet işleri hep icra makamında olan idarecilere; bütün olumsuzlukları, hata ve kusurları da muhaliflerine, hatta millete yükleyerek, işin içinden çıkarlar.
Risale-i Nur’dan aldığımız dersin bir gereği olarak ülkemizin düşürüldüğü sıkıntı ve problemlerin yegâne çözüm yerinin demokrasi alanı olduğuna inanıyoruz. Tepeden inme usûllerle, gençliğin kötü alışkanlıklardan kurtulmasının öyle kolay olmadığını biliyoruz. Siyasî iktidarın dindar olmasının; ahlâkî yozlamalara ve savrulmalarına engel olmadığını da bu iktidar döneminde bir defa daha görmüş oluyoruz.