Bir taraftan dine hizmet etmek iddiasıyla yola çıktığını söyleyen malûm cemaat, Bediüzzaman’ın kendisine teklif edilen mebusluğu, şark umumî vaizliğiyle beraber nice cezbedici köşkleri, sarayları tereddüt etmeden reddetmesinden gerekli dersi çıkararak, bürokrasideki bazı makamları ele geçirmek suretiyle devlette kadrolaşma gibi faaliyetlerin içinde bulunmasaydı başına bu elem verici olaylar gelir miydi bilemiyoruz?
Ucu ecnebi elinde olan ve her türlü suistimale, her çeşit haksızlıklara açık olan, çoğu zaman şeytanı melek; meleği şeytan gösteren, birinin hatasıyla yüzer masumun hukukunu nazara almayan ve Bediüzzaman’ın şeytandan kaçar gibi kaçtığı böylesi bir siyaseten uzak dursaydı; şimdi düçar olduğu bu duruma düşer miydi?
Keza aynı cemaat Bediüzzaman’ın; “Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz.. Biz müteharik-i bizzar değiliz; bilvasıta müteharikiz” enteresan tesbitleriyle bizdeki siyaset arenasının ve uluslar arası güç odaklarının, tuzak ve sinsi projelerine alet olmasalardı. Tehlikeli, şaibeli, şüpheli mekânlardan, alanlardan ülkelerden uzak dursalarda şimdi kendileriyle beraber nice suçsuz masumların da mağduriyetleri söz konusu olur muydu?
Yine, amcasının dahi çorbasını içmeyen; fakr-u zaruret içinde bulunmasına rağmen, kendisine teklif edilen maaşı, zekât ve sadâkaları, hediyeleri almaktan imtina eden ve hayatı boyunca istiğnayı kendisine prensip edinen Bediüzzaman’ın bu tavrını dikkate alsalardı. Dine hizmet niyetiyle olsa dahi millete el avuç açmadan, bankalar açarak, geniş sermayeli iş yerleriyle işi ticarete dökmeden faaliyetlerine, hizmetlerine devam etselerdi başına bu haller gelir miydi?
“Zaman şahıs zamanı değil; şahs-ı manevî zamanıdır” diyerek,”ben bir çekidek idim kurudum... Ben bir kuru çubuk hükmündeyim.. Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.. Ben nefsimi terbiye etmemişim.. Ben ders arkadaşınızım” gibi ibret alınacak ifadelerde bulunan Bediüzzaman gibi, bir mürşidin bu mesajlarınıdan, ders çıkarıp; tamamen şahıs odaklı bir hizmet tarzına yönelmeyip ve maalesef o şahsı dahi Bediüzzaman’ın önüne çıkarmak gibi vartalara, yanlışlara girmeselerdi şimdi bu acınacak durumlara acaba düşerler miydi?
Ve bütün bu yanlış uygulamalara ilâve olarak, hemen hemen bütün Nur camiasının ciddî uyarılarına rağmen sadeleştirme adı altında ısrarla Risale-i Nurların özelliğine, fıtrîliğine ciddî mânâda zarar verecek, halel getirecek şekilde basım ve neşirlerde bulunmasalardı böyle şiddetli zecr tokatlarını yerler miydi acaba?