Toplumda artarak devam etmekte olan içki uyuşturucu, kumar gibi kötü alışkanlılara ilâve olarak taciz ve tecavüz gibi suistimallerin de yaygın hale gelmesi, hatta bu çirkin ve iğrenç suistimallerin masum çocuklara kadar sirayet etmesi vicdanları derinden yaralayan bir utanç tablosu haline gelmiş bulunuyor.
Ahlâkî çöküşün ve çürümüşlüğünün sinyallerini ve işaretlerini veren bu tehlikeli gidişatı toplumun kahir bir ekseriyeti ya hiç görmüyor veya görmek istemiyor. Görenlerin bir kesimi de olup bitenlere karşı lâkayt ve duyarsız. Tehlikeyi görenlerin bir çoğu da müşteki olmanın ötesinde çözüm noktasında eli kolu bağlı ve çaresiz.
Bir şekilde çocuğu veya bir yakını o çirkin suistimale maruz kalınca ancak feveran eden anne-babaların bir çoğu yetkililere sesini duyurmaya çalışıyor veya çareyi polis karakollarında veya mahkemelerde aramaya çalışıyor. Bazıları da evlâtlarına yapılan bu iğrenç, yüz kızartıcı olayı kimseler duymasın diye örtbas ediyor. Hatta bazıları da bu igrenç olayı dahi siyasî tarafgirlik üzerinden değerlendiriyor. Söz konusu tacizlere, suistimallere çare bulmakla vazifeli olan taraftar olduğu iktidarın zarar görmemesi için sessiz kalıyor, bu çirkin olayı kimseler duymasın diye üstünü örtüyor.
Toplumu derinden yaralayan, belki de hiçbir iktidar döneminde bu derece yaygın hale gelmeyen ahlâkî aşınmalara sebep olan uyuşturucu, alkol ve cinsel tacizler v.s. gibi kötü alışkanlıklara on altı yıllık iktidarlarında mani olamadığı halde, durmadan dinî argümanlar üzerinden ahlâkî değerlerden bahsederek; “kimse bizden tinerci bir gençlik yetiştirmesini beklemesin” gibi kulağa hoş gelen söz ve beyanlarla nabza göre şerbet vermekte mahir olan mevcut iktidar çevresine durmadan umut vermekte de gerçekten hünerli.
Üstad Bediüzzaman’ın ta bir asır önceden; “Alevleri göklere yükselen bir yangın görüyorum. İçinde evlâdım yanıyor; imanım tutuşmuş yanıyor...” diyerek feveran ederek haber verdiği bu manevî yangın öyle görünüyor bu güne kadar söndürülemediği gibi daha da şiddetlenerek devam ediyor. Ve ne yazık ki bu tehlikeli yangını çoğu insan göremiyor; görebilenler de çözüm noktasında çaresiz durumda bekliyor maalesef.
Yapılan araştırmalara göre meydana gelen taciz ve suistimalleri kahir ekseriyetinin yakın veya uzak akraba ve dost, çevre olarak bilinen namahrem hatta mahrem sayılan kimselerce yapıldığı da bu çirkin, yüz kızartıcı olayların bir başka çarpıcı yönü olarak görünüyor.
Bu noktada bazı ailelerin “amca oğludur, dayı kızıdır, teyze veya hala çocuğudur, hatta arkadaşımın ve komşumun hanımıdır...” diye mahremiyet sınırlarını çiğneyen hal ve davranışların sergilenmesi neticesinde istenmeyen taciz ve suistimallere sebep olduğu anlaşılıyor..
İktidarın geç de olsa devam etmekte olan bu manevî yangını söndürmeye yönelik bazı tedbirleri almak için harekete geçmiş olması elbette sevindirici bir çalışma. Velâkin iktidarları boyunca bu yönde bir çalışmayı, bir tedbiri aklına getirmeyen iktidarın taciz ve suistimallerin masum çocuklara kadar sirayet edecek derecede kronik hale geldikten sonra harekete geçmelerinden müsbet bir neticenin çıkması zor görünüyor.
Bize göre çözüm noktasında bu işin önemli bir kısmı ailelere düşüyor. Öncelikle çocukların tele- vizyonlardaki, internetteki müstehcen, zararlı oyun ve dizilerden korunması şart. Ayrıca taciz ve suistimallerin çoğu yakın çevreden geldiğine göre karşı cins münasebetlerinde namahrem sayılan uzak-yakın akrabalar; dost komşu; öğretmen-öğrenci; cemaat mensupları gibi yakın çevre ilişkilerinde mahremiyetin gerektirdiği hassasiyetlere riayet edilmelidir. Bu şekilde devam etmekte olan bu manevî yangın tamamen olmasa da kısmen söndürülmüş olur.