İktidar ve kayıtsız şartsız iktidarı destekleyen fanatikler işlerin yolunda olduğunu, her tarafın süt liman olduğunu söyleyip dursalar da görünen tablonun, yaşanan olayların hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyor.
Mideler ve zihinler bulanmasın, karamsarlıklar ve ümitsizlikler ruhlarda ve kalplerde yer bulmasın diye toplumun içine düşürüldüğü korkunç manevî buhranları, dehşetli ahlâkî erozyonları nazarlara vermek istemiyoruz. Alkol, kumar, uyuşturucunun pençesine düşürülmüş çocuk yaştaki gençlerimizin acı feryatlarını dile getirmek istemiyoruz. Hemen her gün işlenmekte olan cinayetleri, alıp başını giden hırsızlıkları, yolsuzlukları da gündemde tutmak istemiyoruz.
Ama birileri makam ve mevkilerini kaybetmemek için, birileri de bu iktidar sayesinde sahip oldukları rantları muhafaza edip, yaşamakta oldukları lüks ve şatafatlı yaşantılarını devam ettirmek için, yaşanan bunca korkunç ve dehşetli olaylara karşı kör olup, sağır olmanın ötesinde, ülke insanın tam bir huzur ve ferah içinde hayatlarını sürdürdüklerini, hiçbir sıkıntı ve problemin yaşanmadığını, nerede ise Türkiye’nin dünyanın en mutlu, en huzurlu ülkesi diye lanse etmeye çabalıyorlar.
Neticede temiz, saf Anadolu halkının sırtından elde ettiği makam-mevkinin verdiği şanını, şerefini, gururunu yaşarken; birileri de iktidarın bahşettiği maddî imkânlarının keyfiyle lüks yaşantısının zevkini çıkarıyor. Minnacık çocuklar kaçırılıp katledilmiş; uyuşturucu alışkanlığı yedi yılda on katına fırlamış; cinayetler, intiharlar, gasplar artık sıradan basit olaylardan sayılır olmuş… Bunların hiçbirisi önemli değil artık!.. Yeter ki bizden olan iktidarımıza bir şey olmasın!.. Durup dururken bu gibi iç karartıcı manzaraları nazara vermek, olup biten menfilikleri yazıp, dile getirmek dahi hükümete karşı bir kumpas veya darbeye teşebbüs suçu sayılabilir!...
İnsanların kahir ekseriyetinin iyi niyetli olmasına ilave olarak tahkik ehli olmaması aldatmayı meslek edinen kurnaz siyasilerin işini kolaylaştırıyor. Siyasilerin hemen bütün söz ve beyanlarını hüccet kabul edenler, çoğu zaman bu saf ve temiz hal ve tavırlarının kurbanı oluyorlar maalesef. Halbuki Bediüzzaman’ın tesbitiyle siyaset alanının suistimale müsait, bir zemin olduğunu dikkate alarak, siyasilerden sudur eden söz ve beyanların kalbe girmesine yol vermeden, bir süzgeçten geçirdikten sonra kabul etmek gerekir.
İcra makamını işgal eden idarecilerimizden birisi geç de olsa yaşanan ahlâkî aşınmanın, manevi erozyonun tehlikesini fark ederek; “maddî sahada önemli hizmetleri yaptık, ama manevî alanda maalesef sınıfta kaldık” itirafında bulunduğu halde, kraldan fazla kralcı olan bazı çevrelerin halen bu manevî tahribatı görmezlikten gelip, habire pembe tablolar çizmeye devam etmeleri ayrı bir garabet örneğidir.
Bu konuda bazıları parti aşkı uğruna siyasî tarafgirlik marazına tutulduklarından; bazıları da uhrevi hayatın geleceğini dert etmediklerin, bu dehşetli manevî felâkete karşı duyarsız olup, kör ve sağır olabilirler. Velâkin uhrevî hayatın geleceğini dert edinen, şuurlu dini cemaatlerin, özellikle de Bediüzzaman’dan dersini alan Nur camiasının kahir ekseriyetinin de yaşanmakta olan bu dehşetli manevi savrulma ile milletin geleceğini ciddî manada tehdit eden gidişata karşı duyarsız olmalarını anlamak mümkün değil.