Türkiye’de ve Dünya’da yaşanan ve yaşanmakta olan hemen bütün olaylar, hadiseler Üstad Bediüzzaman’ın yıllar önceden haber vererek, dile getirdiği tesbitleri, teşhisleri doğruluyor, isbat ediyor. Ekonomi, israf, iktisat, sağlık, eğitim, demokrasi, hukuk, içtimaiyet, siyaset vs..
Hemen her meselede doğru teşhis ve şaşmaz tesbitlerde bulunarak bütün insan kesimlerine isabetli ikaz ve tavsilerde bulunarak örnek bir rehberlik vazifesini yerine getirmiştir Bediüzzaman.
Dünya’da cereyan eden hadiseleri, olayları bir kenara bırakalım. Meselâ Üstad Bediüzzaman’ın ülkemizin sevk ve idaresine talip olan, siyaseti meslek edinenleri alâkadar eden ortaya ölçü ve prensiplere ve konu ile ilgili yaptığı ikaz ve tavsiyelere bakalım:
Toplumun yüzde altmışı- yetmişi tam dindar olmadıkça din adına, dine hizmet edeceğim gayesiyle herhangi bir partinin siyaset meydanına çıkmaması tavsiyesinde bulunuyor Üstad Bediüzzaman. Şayet bu önemli ikaz ve tavsiyeyi kulak ardı eder siyasete girerse ister istemez, dini ve dinî değerleri siyasetlerine alet ederler ki bundan daha büyük bir vebal olamaz ikazında bulunuyor.
Üstad Bediüzzaman’ın bu teşhis ve tesbitleri ışığında din adına meydana çıkan partiler ister muhalette, ister iktidarda iken bolca dinî terimleri suiistimal ettiklerine öteden beri şahidiz. Her fırsatta dindar kimliklerini doğrudan veya dolaylı olarak nazarlara vererek milletten rey devşirmelerine de hep şahit olduk.
Elbette Müslüman olan bir ülkede, idareye talip olan siyasî kadroların da hem kendileri için, hem de topluma örnek ve rehber olmaları açısından dindar olmaları gerekir. Şahsî hayatlarında halk ile olan münasebetlerinde, dinin gereklerini yerine getirmelerini izhar etmelerinde herhangi bir sakınca yoktur. Bilhassa millet kendilerini idare edecek olan siyasilerin de dindar olmalarını ister ve bunun içindir ki seçimlerde çoğu zaman hep onları tercih eder.
Burada yanlış olan Üstadın işaret ettiği gibi dinî değerlerin siyasete alet edilmesidir. Kâinatta hiçbir şey alet ve basamak olmaması gereken dinin yüce değerlerini siyaset yolu ile hedeflediğiniz dünyevî bazı makam ve mevkileri elde etmek için istimal ediyorsanız, biliniz ki bilerek veya bilmeyerek dine ve dinî değerlere en büyük zararı veriyorsunuz.
Hiçbir siyasetçi elbette açıktan; ”Ben dinî değerleri basamak veya alet ediyorum” demez. Söz ve beyanları fiiliyatlarını tasdik etmeyip, nakzediyorsa; Üstad Bediüzzaman’ın; “Lisan-ı siyasette bazen lâfız mananın zıddıdır” tesbiti ışığında bilinmelidir ki bu siyasetçi bazı şeyleri alet ederek hamasetle, cerbeze ile toplumun onayını almaya çalışıyor.
Alet ettiği söz ve kavramlar dinî değerler ise böyle bir durum manevî mesuliyeti mucib daha da vahim bir haldir. Meselâ bir siyasetçi her fırsatta önemli ve vazgeçilmez dinî değerler olan haktan hukuktan, adaletten dem vurup, sonrasında da her insanın kutsalı olan hak ve hukukları çekinmeden çiğniyorsa, Yüce Allah’ın “adalet ediniz” emrini kulak ardı ediyorsa bilinmelidir ki bu siyasetçi dinî değerleri siyasetine alet ediyor demektir.
Keza bir siyasetçi her fırsatta, “kardeşlerim!..” diyerek sözlerine başlıyor; ”hamdolsun, inşallah, maşallah...” gibi dinimizin güzel deyim ve terimlerini sık sık istimal edip; akabinde de kendileri gibi düşünmeyenleri, kendilerine rey vermeyenleri “ya bendensin veya düşmansın” anlayışıyla bir çırpıda; “vatan haini, PKK’lı terörist...” olarak damgalıyorsa, bilinmelidir ki bu siyasetçi istimalinde alışkanlık haline getirdiği o güzel, kucaklayıcı dinî argümanları siyasetine alet ediyor demektir.