Camide yan yana beraber bir farz namazını kıldığımız yaşlı bir amcanın bir parmağında gümüş yüzük, diğer parmağında da altın yüzük dikkatimi çekti.
Namazın bitiminde amcaya şöyle yavaşça erkekler için gümüş yüzüğü takmanın sünnet olduğu için sevap olduğunu; fakat altın yüzüğü takmanın haram olduğunu; dolayısıyla keşke o altın yüzüğü takmasaydın sözüme karşılık; “kim demiş haram?.. Bir halkadır takmışım.. Ha altın, ha gümüş ne fark eder?..” deyince daha bana başka söz söylemeye gerek kalmadı.
Yine camide sabah namazının ikinci rekâtına yetişen görünürde çok bilen ve müttaki olarak bildiğim bu arkadaşın imamın selâmıyla beraber onun da selâm verdiğini görünce, kendisine, selâm vermeden kalkıp, yetişmediği birinci rekâtı da kılmasını hatırlatınca; “yok canım, bir şey olmaz.. Namazım tamamdır..” deyip itminan-ı kalple yerine oturunca, benim için söylenecek söz kalmamıştı.
Namazı bitirip camiden çıkınca, caminin dışındaki ayrı mahfilinde o çevrenin yabancısı olduğundan olacak ki kıblenin tam tersi bir yöne yönelerek namaza duran adamı görünce, adamı uyarayım diye bekledim. Selâm verince adama yanlış yöne yönelerek namaz kıldığını; dolayısıyla namazının sahih olmadığını hatırlatınca; daha adam şaşkın bir tavırla bir şey demeden, o durumu seyreden cami cemaatinden beş-altı kişi hep ağızdan; “bir şey olmaz, bir şey olmaz. Adam yabancı, bilmeden öyle durmuş. Allah onun namazını da öylece kabul eder” deyince yine bana başkaca bir söz kalmamış oldu.
Hanımıyla kavga eden kavgacı adamın ağzından çıkan galiz, çirkin söz adamın imanını, itikadını zedelediği gibi, nikâhını alıp götürmüş. Haliyle kadın da kocasını terk ederek, baba evine geliyor. Ama üç-beş adam durumu düzeltmek üzere, kadını tekrar evine getirmeye razı etmek için, kadının babasının evine geliyorlar. Bu kavgalara son vermek için, bu yuvanın devam etmesi için, kadının evine dönmesi için babasına ricada bulunuyorlar. Baba da damadının sarf ettiği sözlerden dolayı dinî nikâhın fesh olduğunu, dolayısıyla bu yuvanın artık yıkılmış olduğunu söylüyor, ama adamlar yine ikna olmayıp, bu iş için işin ehli olan bir hocaya danışılmasını isteyince; hoca çağırılıyor; kavgacı kocanın sarf ettiği sözler nakledilince hoca da bu nikâhın tamamen bozulduğunu söylüyor. Ama adamlar yine ısrarla; “ne olursa olsun bu yuva yıkılmamalı. Adam sinirlerine hakim olmadan, bilmeden o sözleri sarf etmiş olabilir. Hem de öyle birkaç sözle kolayca yuva yıkılır mı. Onun için kadını verin tekrar evine götürelim” deyince kadının babası da; “hoca efendi de bu nikâhın bozulduğunu söylediği halde, siz hâlen böyle gayr-ı meşrû bir evliliğin devam etmesini nasıl istersiniz? Kıyamet de kopsa ben böyle bir evliliğe razı olmam” diyerek son noktayı koymuş oluyor.
Şu yaşananlara cehalet mi dersiniz, lâkaytlık mı dersiniz bilemiyorum, ama okumayan bir toplum olarak bilgi seviyemiz ve dinî yaşantımızdaki lâkaytlıklarımız maalesef böyle. Bizzat yaşayarak veya şahit olarak örneklerini verdiğim bu durumlar elbette her ehl-i din için geçerli olmamakla beraber, ama toplumun kahir ekseriyetinde dinî yaşantıların hakkıyla yerine getirilmesinde, hiç değilse farzları, vacipleri öğrenip, yerine getirme; haramlardan da öğrenip onlardan kaçınma hassasiyetlerinde önemli eksikliklerin bulunduğu acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor.