"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Himmet ve gayretler nereleri tevcih etmeli?

Hüseyin GÜLTEKİN
19 Mart 2018, Pazartesi
Üstad Bediüzzaman’ın yeryüzünde kendisine ait başını sokacağı bir evi olmadığı gibi, hizmet-i Kur’âniyeyi yapacağı kendisine mahsus bir dersanesi, bir mekânı da olmadı.

Hayatı boyunca bize göre elzem olan bu mekân yokluklarını dert edinmedi. Daha rahat bir hayat yaşayayım, daha çok, daha verimli hizmet yapayım diye herhangi bir mekân arayışına girmedi.

Mülkiyeti kendisine ait olmayan Barla’daki bir köy evinde kimi çiftçi, kimi işçi, kimi marangoz on-onbeş kadar köylü ile beraber iman, Kur’ân hizmetinde akıllara durgunluk verecek bir destan yazdı Bediüzzaman. Türkiye’nin nabzını tuttu; dünyaya sesini duyurdu.

O dersane mekânları olarak dağ başlarını, yaylaları, dere kenarlarını hatta yüksek ağaçların başlarını tercih etti. Buralarda bulabildiği köylülere, çobanlara, çiftçilere, işçilere hak ve hakikatları anlatmaya devam etti. Kimseleri bulamayınca da çevresindeki canlı veya cansız mevcudata yüksek sesle sesini duyurmaya çalıştı.

Daha sonraki zamanlarda da ona mahkeme salonları, polis karakolları, hapishanelerin köşeleri, zindanların karanlık don- dorucu kuytu yerleri Bediüzzaman’ın ders mekânları oldu. Bazen kendisini yaka-paça yakalayıp götüren polislere dersler vermeye; bazen kendisini sorguya çeken hâkim ve savcılara yaptığı müdafaalarla hukuk dersleri vermeye, çoğu zaman da hapishanelerde, zindanlarda kendisi gibi mahkûmlara Nurlar’dan dersler vererek onları teselli etmeye devam etti.

Asl olanın mekânlar değil; din-i mübine hizmet olduğunu; bunun yolunun da gerçek dâvâ adamlarının yetiştirilmesinden geçtiğinin şuuru ile bütün himmetini, gayretini bu ulvî dâvâya sahip olacak, adeta bu uğurda hayatını dâvâsına feda etmekten çekinmeyecek olan hizmet erlerinin yetiştirilmesine sarf etti Bediüzzaman.

“Akdamar Adası’nda elli tane talebem olsa, İslâmiyeti dünya tanıtırım” diyen Bediüzzaman, belki Akdamar Adası’nda bu imkânı bulamadı; ama o Barla’da, Isparta’da, Kastamonu’da, Emirdağ’da öyle hizmet erleri yetiştirdi ki her türlü yasaklara, imkânsızlıklara rağmen, imanı tebliğ ve neşir dâvâsında destanlar yazdı, sesini dünyanın dört bir yanına duyurdu.

Hadimler olarak bizler bu işin neresindeyiz? Omuzumuza bir ihsan-ı İlâhî olarak tevdi edilen bu kudsî emanetin neresindeyiz acaba? İman hizmetinin asıl gayesi olan dâvâ adamı olmaya, dâvâ adamı yetiştirmeye mi odaklanıyoruz? Yoksa netice olarak ‘olmasa da olur’ kabilinden olan ders mekânlarının inşasına mı himmetlerimizi, gayretlerimizi teksif ediyoruz? Ulvî dâvânın olmazsa olmazlarından olan lüb’ü yani özü çekirdeği olan Nurlar’a hakikî talebe olmaya, talebe yetiştirmeye mi çabalıyoruz? Yoksa gerçek hizmetlere nispeten olmasa da olur kabilinden sayılan kışır yani kabuk mesabesinde olan gösterişli binaların inşasına mı himmetimizi, zamanımızı harcıyoruz? “Kışır (kabuk) ile iştigal eden; lübü (özü) ihmal eder” tesbitini yapan Üstad Bediüzzaman bize acaba hangi mesajı veriyor sizce?  

Himmetimizin, gayretimizin çoğunu sarf ederek vücuda getirdiğimiz dayalı döşeli, lüks diyebileceğimiz sohbet mekânlarımızın gerek dâvâ adamı olmamız noktasındaki; gerekse sesimizin daha geniş çevrelere duyurulması noktasındaki katkısı ne kadar acaba? Hemen bütün maddî imkânlara sahip olmanın karşılığı olarak yeteri kadar Nurlar’ı okuyup muhtaç gö- nüllere ulaştırma noktasında bir çalışmanın içine girebiliyor muyuz? 

Bilindiği gibi Üstadımızın hiç de dert edinmediği, önemsemediği, ama nedense bizim çok önemseyerek vücuda getirdiğimiz ders mekânlarına ilâve olarak biraz da naşir-i efkârımız olan başta gazetemiz olmak üzere bütün neşriyatımızın sesinin daha gür çıkması için bir çabanın, bir gayretin içine girmeye ne dersiniz?     

Okunma Sayısı: 2472
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp-3

    19.3.2018 11:26:21

    Bir yanda hak ve hakikatin hem ülkeye hem de dünyaya tanıtılması hizmeti; diğer yanda bu hizmeti verecek olanların "kökünü kazımayı" kendine hizmet edinenler var. Kullandıkları silah şu anda yazlı ve görsel medya. Bizlerin müstağni kalması mümkün mü? Yani hak ve hakikate muarız ve muhalif olanlar -tabiri caizse- güdümlü mermi kullanırken bizim demode olmuş piyade tüfeği ile savunma yapmamız akıllıca bir iş midir? Hem "usûl esasa mukaddemdir" değil midir? Esas, hak ve hakikati, usûl hakikate giden veya götüren yolu ifade etmiyor mu? O halde Yeni Asya gibi bir gazeteye bu noktadan bakarak değerlendirmek gerekir. Böyle ve benzeri süreçlerde Yeni Asya ve emsali gazetelerin kıymeti ve önemi herhalde anlaşılmış olmalıdır. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi noktasından da "doğru gazetelere" şiddetle ihtiyaç vardır.

  • Gündüz Alp-2

    19.3.2018 10:57:38

    Marjinal grupların bile dâvâsını neşr ve ilan etmek için matbuat alemi, medya dünyasında yer aldığı bir zaman hala cemaatların yazılı ve görsel medyaya yaklaşımı ve tutumu menfidir. Bediüzzaman'ın "Akdamar Adası'nda elli tane talebem olsa, İslamiyeti dünyaya tanıtırım" sözünü, her gün çıkan Yeni Asya gazetesini bir talebe olduğunu farz ederek, gazetenin de yüz binler sattığını düşünürsek, işte bu yüz binlerce talebe mesabesindeki gazete her gün yüz binlerce eve girecek hizmetini yapacaktır değil mi? Ve bu hizmetin yıl 365 gün kesintisiz devam ettiğini düşünelim. Harika olmaz mı? Şahsi kanaatime göre, bir gazetenin tirajı ordunun nefer sayısı gibidir. Güçlü ordu hem asker hem eğitim hem donanım yönünden yani nicelik ve nitelik bakımından güçlü olandır.

  • Gündüz Alp

    19.3.2018 10:27:09

    Sayın Gültekin, "himmet ve gayretler nereleri tevcih" etmeli başlıklı yazınız, günümüzün aktüel bir meselesi olmakla hem uyarıcı hem aydınlatıcı mahiyettedir. Teşekkür ediyorum. Bugünkü "tevcih"/ yöneliş "tercih"i de göstermektedir. Kışır/ kabuk ile lüb/öz arasında tercih söz konusu olduğunda elbette, tevcih de tercih de öz olmalıdır. Fakat üzülerek ifade etmeliyim ki, (özellikle dindar kesimde) şekil ve şemail ön plana çıkartılmıştır. Öz, ihmalin ötesinde (söylemek zorundayım) terk edilmiş vaziyettedir. Siz meseleyi hizmet-i Kur'aniye noktasından ele almışsınız fakat bu konu, şu anda toplumsal anlamda sosyal hayatın her alanında geçerli olan bir konudur. Meselâ, Yeni Asya gazetesi için verdiğiniz örnek böyle bir konudur. Hem dini hem içtimai/toplumsal yönü olan bir tevcih ve tercih meselesidir. Gazete ve gazetecilik, hâlâ, özellikle cemaatlar arasında hak ettiği ilgili, alakayı görememektedir. Kaç defa "cemaatin gazetesi mi olur?" dendiğine şahit olmuşumdur.

  • Abdullah TUNÇ

    19.3.2018 09:39:16

    Sevgili hocam,adam mı,dersane mi tercihinde,dava adamı derim. Üstadın hayat seyrine baktığımız zaman öyle şatafatlı,debdebeli binaları göremiyoruz.Hemen hemen bulunduğu her mekan onun hizmet alanı olmuştur.Çok acaiptir ki bu alanlar hep namüsait yerlerdir. Eğer hizmetin gerektirdiği manevi donanımlar,meziyetler,kemalatlar varsa her yer hizmet meydanıdır.Öyle ise bütün gücümüzü adam yetiştirmeye vermeliyiz. Binalar hem çok masraflı oluyor, hemde siyah delikler gibi zamanımızı yutuyor.Hocam, Fevkâlade önemli bir konuya dikatlari çekmişsiniz.Sizleri tebrik ediyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı