Yetmişli yılların ortalarında Adalet Partisi’nin iktidarda olduğu dönemde yıllarca birlikte hizmette bulunduğumuz, samimî bir arkadaşımın İstanbul’da Demirel’i ziyaret ettiğini ve Demirel’in tam da Nurcu olduğuna kanaat getirdiğini söyleyince; ben de bu konuda ifrat ettiğini, Demirel’in Nurcu değil de belki Nurculara dost olabileceğini söylediğimde arkadaşım heyecanla ve kararlı bir ses edasıyla; “hocam sen ne diyorsun?.. İnan ki Demirel’in elini öptüm; eli bile Nurcuların eli gibi yumuşacıktı” diyerek beni susturmuştu.
Aradan yıllar geçip 12 Eylül 1980 askerî darbesinde Adalet Partisi iktidardan uzaklaştırılıp; Demirel göz altına alınıp Zincirbozan’a gönderildikten sonra merhum Demirel aşığı bu arkadaşımın bu defa yüz seksen derece bir dönüş ile hem Adalet Partisi’nin, hem de Demirel aleyhinde bir tavır içinde olmakla kalmayıp, darbeyi yapan cuntanın lehinde bir tavır içine girdiğini görünce, önceleri “Haydar ağa” diyen, sonra da “Haydo” diyerek, bir türlü “Haydar” diyemeyerek, ifrat ve tefrite savrulan bu arkadaşımın durumuna hem şaşırmış hem de üzülmüştüm.
Yıllar önce yaşadığım bu şaşırtıcı hatıra münferit bir örnek olmayıp, seksen darbesiyle beraber bir çok eski dostlarımızın benzeri durumlar sergilediklerine hep şahit olduk. Şimdi Yeni Asya’yı siyaset yapmakla suçlayıp, hatta ağır hakaretlerde bulunan bir çok eski dostlarımızın altmışlı yetmişli yıllarda Demokratların devamı olan Adalet Partisi’ne nasıl da ifratkâr desteklerinde bulunduklarının şahsen canlı şahidiyim. Bu meyanda şimdilerde medar-ı niza olan siyasî ve içtimaî konularla alâkalı olan Yeni Asya’nın Üstad Bediüzzaman’ın tavsiyeleri ışığında öteden beri dile getirdiği fikir ve düşüncelerin aynısını fazlasıyla her platformda eski dostlarımızın o tarihlerde aşkla şevkle hatta zaman zaman da ölçüyü kaçıracak şekilde yazdıklarını, dile getirdiklerine hep şahit olduk.
Yeni Asya’nın her dönem söylediklerinin aynısını geçmişte eski dostlarımızın Yeni Asya sayfalarında dile getirdikleri makaleler, röportajlar halen arşivlerde duruyor. Yine Yeni Asya’nın her zamanki yayın kural ve prensiplerine uygun olarak eski dostlarımızın dergilerimizdeki makale ve araştırma yazı dizileri de halen arşivlerdeki yerlerini muhafaza ediyorlar. Yine şimdilerde medar-ı münakaşa olan siyasî konularla ilgili olarak geçmişte cemaat içinde temayüz etmiş bir çok şahsiyetin tertiplenen konferans veya panellerde nasıl da Demokrat siyasî kadrolar lehinde övgü dolu konuşmalar yaparak dinleyicilerden alkış aldıklarını da çok iyi hatırlıyoruz.
Gerçekler böyle iken bu arkadaşlarımızın geçmişte bu meyanda yazdıklarına ve söylediklerine bir sünger çekerek, durmadan kulvar değiştirerek, yeni arayışlara girerek, değişik limanlara demir atmalarını gerçekten anlamakta zorluk çekiyoruz.
Yıllarca Risale-i Nurlar’dan aldığımız ölçü ve prensipler çerçevesinde beraber aynı dâvâ baş koyduğumuz, aynı fikir ve düşünceleri paylaştığımız, aynı şeyleri yazıp konuştuğumuz bu dostlarımızın şimdilerde Yeni Asya’yı dolayısıyla camiasını beğenmeyip, başka mecralarda, değişik mekânlarda hizmet etmelerini de bir bakıma anlayışla karşılayıp saygı duyuyoruz.
Velâkin bu dostlarımızın yıllarca beraberlikten doğan kardeşlik hukukunu hiçe sayarak, Yeni Asya’ya ve dolayısıyla cemaatine olmak iftira ve karalamalarla saldırılarda bulunmalarına nazar-ı müsamaha ile bakmayı mümkün görmüyoruz. Ama biz yine de Risale-i Nur’dan aldığımız terbiye ve “dostlara karşı mürüvvetkare muamelenin” bir gereği olarak müsbet hareket ölçüleri prensiplerini dikkate alarak bu arkadaşlarımıza karşı mukabele-i bilmisil şeklindeki meşrû haklarımızdan imtina edip, olup bitenleri Allah’a (cc) havale ediyoruz.