Alkol ve uyuşturucu yaşının 11-12’li yaşlara düştüğünü; iğrenç müstehcenliğin artık moda sayıldığını; rüşvet, hırsızlık, yolsuzlukların kol gezdiğini; gayr-ı meşrû beraberlikleri, cinsel taciz ve tecavüzlerin sıradanlaştığını; aile içi kavgaların ve boşanmalardaki artışların tavan yaptığını; artarak devam etmekte olan gerginliklerin, kavgaların her kesime sirayet ettiğini; artarak devam eden anarşi ve terör olaylarını, suç oranlarındaki artışların sonucu olarak mevcut hapishanelere ilâve olarak habire yeni hapishanelerin inşa edildiğini... gibi toplumun geleceğini ciddî manada tehdit eden, hepimizi derinden yaralayan bu korkunç gidişatı dert edinen var mı acaba?
Zaman zaman manevî hizmetler açısından sınıfta kaldıklarını, toplumdaki bu ahlâkî aşınmadan kendilerinin de müşteki olduklarını, ama bu korkunç gidişata bir çare, bir tedavi noktasında aciz kaldıklarını itiraf eden dindar ve muhafazakâr olarak bilinen iktidarın bu çaresizliğinden hemen her kesimin özellikle bu iç açıcı olmayan gidişatı durdurmakta mutlaka başarılı olacaklarına inandıkları için 16 yıldır kayıtsız şartsız destek veren dindar ve muhafazakâr kesimler ge- rekli dersi aldılar mı? bilemiyoruz.
Görebildiğimiz kadarıyla artarak devam etmekte olan toplumdaki çürümüşlükten ders almak bir tarafa başta malûm medya olmak üzere, tamamen poiitize olan, yanlışları görebilme basiretini kaybeden malûm çevreler, bu korkunç gidişatı görebilmek bir tarafa, toplumun hatta devletin bütün kademelerinin dahi tamamen dindarlaştığını, her tarafın süt liman olduğunu iddia ediyorlar maalesef. Ne diyelim Allah (cc) basiret, feraset versin...
Üstad Bediüzzaman’ın yaklaşık bir asır önce; “Alevleri göklere yükselen bir manevî yangın görüyorum; içinde evlâdım yanıyor; imanımın tutuşmuş yanıyor... O yangını söndürmeye koşuyorum..” diye feveran ederek haber verdiği dehşetli yürek yakıcı gidişattan bihaber olan insanların bu duyarsızlıklarını, bu nemelâzımcılıklarını anlamak belki de mümkün. Velâkin Üstadın; “İçinde evlâdım yanıyor; imanım tutuşmuş yanıyor..” feveranından haberdar olan bir çok ihvanın bu duyarsızlıklarına, bu nemelâzımcılıklarına ne demeli?
Şu dile getirmeye çalıştığımız acı gerçeklerden dahi rahatsız olup; “Canım her şeyi devletten, hükümetten beklemeyin... Ahlâkî aşınmanın yegâne sorumlusu hükümet midir?.. Bu konuda herkesin sorumluluğu var..” gibi itirazları hep duyuyoruz. Elhak doğrudur; biz herşeyi hükümetten beklemeyelim; velâkin hükümet yetkilileri de; “Kimse bizden tinerci gençlik yetiştirmemizi beklemesin; elbette dindar bir nesil yetiştireceğiz...” gibi kulağa hoş gelen içi boş sloganlarla nabza göre şerbet vermesin. Ayrıca; “Bizim sayemizde dinî cemaatler vardır; biz olmasak siz yoksunuz..” gibi beyanlarla kendilerini dinin ve dindarların yegâne hamisi ve koruyucusu olarak lanse ederken; diğer taraftan da tam tersi uygulamalarla toplumun yozlaşmasına, savrulmasına zemin hazırlamasın.
Kaldı ki biz zaten öteden beri siyasî iktidarlar eliyle öyle tepeden inme usûllerle, yukarıdan aşağıya doğru metodlarla, uygulamalarla toplumun istenilen manada dindarlaşmasının mümkün olmadığına inanıyoruz. Ancak toplumdaki ahlâkî aşınmalara, yozlaşmalara sebep olan, huzur ve sükûnu bozan alkol, uyuşturucu, kumar, rüşvet, yolsuzluk gibi kötü alışkanlıkların önlenmesi açısından siyasî iktidarların yerine getirmekle mükellef oldukları bazı kanuni mükellefiyetlerinin bulunduğunu da unutmamak lâzım.