Uzunca bir süredir kahir ekseriyeti dindar olarak bilinen idareciler tarafından idare ediliyoruz.
Hemen hepsi de dindar ve muhafazakâr kimliğiyle tanınan mevcut siyasî iktidar mensubu olan önemli mevkileri elinde bulunduran idareciler bizi idare ediyorlar. Bundan önceki Cumhurbaşkanı ile beraber mevcut Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlarla birlikte Valiler, Kaymakamlar, Belediye Başkanları ve bürokrasinin önemli mevkilerini işgal eden zevatın kahir ekseriyeti dindar kimlikleriyle tanınıyorlar veya öyle olmasa dahi halkın kahir ekseriyeti onları öyle biliyor.
Ülke adına güzel bir tablo değil mi? Müslüman bir ülkenin insanlarına elbette dindar idareciler yaraşır. Bundan iyisi can sağlığı … Halkın büyük çoğunluğu siyasî parti tercihlerinde dindarlığı esas aldığı için uzunca bir süredir mevcut iktidardan yana tercihte bulunuyor. Halkın çoğu idarecilikte dindarlığın önemli bir avantaj olmakla beraber, buna ilâve olarak idareciliğin başlı başına bir san’at olduğunu, bu san’atın da bir maharet ve hüner işi olduğunu, böyle bir meslekte öncelikle gerekli olanın salâhat (dindarlıktan) önce maharetin geçerli olduğunun farkında olmayan bir çok insan, liyakat, maharetten önce siyasî tercihlerinde dindarlığa öncelik tanıyarak, dindar idarecilerden yana tercihte bulunuyor. Her ne ise bize düşen de tasvip etmesek de milletin bu tercihine saygı duymak.
Hüner ve maharetten önce, dindarlığı önemseyerek, tercihini o yönde yapan milletin başlarına seçtiği dindar siyasilerden istek ve beklentileri nedir? Elbette dünyalık ihtiyaç ve zaruretlerle beraber hatta bunlardan önce de ahiret hayatını da alâkadar eden yani dini yaşantılarının daha kolay yaşanmasına katkı sağlayacak bir ortamın sağlanması noktasında gerekli çare ve tedbirleri acilen almaktır. Bir başka ifade ile başta çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere bütün toplumu öncelikle geleceklerini ciddî manada tehdit eden kötü alışkanlıklardan kurtarmaktır. Henüz çocuk yaştaki gençlerin hayatını karartmaya devam eden alkol, uyuşturucu, kumar gibi kötü alışkanlardan kurtarmaktır. Toplumun temeli olan ailede huzur ve sükûnu sağlamak için gerekli adımları bir an önce atmaktır. Toplumda artarak devam eden çekişmeleri, gerilimleri, kutuplaşmaları sona erdirmektir. Evet muhafazakâr diye tanınan iktidara muhafazakâr çevreler bu ve benzeri dertlerine deva bulsun diye destek verdi.
Peki millet şimdiye kadar bu beklentilerine cevap aldı mı ? Cevabını ; “maddî alanda epeyce eserlere imza attık, ama manevî alanda sınıfta kaldık maalesef” itirafında bulundu hükümet yetkilileri. Evet en iddialı bulundukları alanda sınıfta kaldı, dindarlığı tekelinde bulunduran mevcut iktidar. Evet tablonun bir yüzünde dindar Cumhurbaşkanı, dindar Başbakan ve Bakanlar, meclisin büyük ekseriyetini elinde bulunduran iktidar milletvekilleri ve bürokrasinin önemli makamlarını işgal eden hükümeti temsil eden yüksek mevkilerdeki bürokratlar… Hemen çoğu da dindar diye biliniyor. (Gerçi Üstad Bediüzzaman’ın tesbitiyle; “siyasetçiler tam dindar olamaz; hakikî dindarlar da siyasetçi olmaz” gerçeğinden hareketle günümüz siyasetçilerinin dindarlığı da tartışılır.) Bu tablonun arka yüzüne baktığımızda da bu iktidar döneminde suç işleme oranlardaki artış tavan yapmış hapishanelerdeki doluluk oranı % 300 gibi korkunç bir rekor kırmış. Alkol ve uyuşturucu yaşı 12-13’e kadar inmiş. Rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık artık “vak’a-yı âdiye” halini almış. Toplumun temeli olan ailedeki huzursuzluklar, kavgalar ve boşanmalar sınır tanımıyor.
Bize göre bu iktidar döneminde yaşanan ahlâkî aşınmalar, devam etmekte olan gerilimler, kutuplaşmalar, artarak devam eden kötü alışkanlıklar, suç oranlarındaki artışlar hiç de sürpriz değil. Çünkü “ siyasal İslâmın” bir metodu, bir tarzı olan öyle tepeden inme bir şekilde, emir ve yasaklarla toplumda istenilen huzur ve sükûnun sağlandığını, insanların dindarlaştığını İslâm tarihi bize göstermiyor. Yaşanan acı gerçek böyle iken, sıradan ehl-i dinin ötesinde Risale-i Nur’un çağları aydınlatan prensiplerinden haberdar olan, Bediüzzaman’dan dersini alan bazı ihvanın bu tehlikeli ve korkunç gidişata rağmen, halen ittihad-ı İslâmı, ferec ve fütuhatı “siyasî İslâm” geleneğinin devamı olan bir iktidardan beklemelerine akıl erdirmek mümkün değil.