Mevcut iktidar döneminde maddî alanda sağlanan bazı ilerlemelere karşılık, manevî alanda yaşanan ahlâkî aşınmalarla birlikte, yaşanmakta olan gerginlikler, çekişmeler, kutuplaşmalar en azından bizim açımızdan sürpriz değil.
İslâm tarihi bu veya benzeri olayların sayısız örnekleriyle dolu. Saltanat yolu ile tepeden inme yol ve yöntemlerle dine ve dindarlara hizmet gayesiyle yola çıkan grup veya partilerin dine ve dindarlara tamiri mümkün olmayan zararlar verdiğini İslâm tarihi bize söylüyor.
Bunun en tipik örneği, Emeviler döneminde yaşanan ve İslâm ümmetine büyük zararlar veren dahili kargaşalar ve kutuplaşmalardır. Bu dönemde de maddî alanda çok önemli ilerlemeler sağlanmış; halkın refah seviyesi çok yükseklerde idi. Buna rağmen arzu edilen huzur ve sükûn sağlanamıyordu. Artarak devam eden hizipleşmeler ve guruplaşmalar ve hatta dahili kanlı savaşlar bu dönemin acı tabloları olarak tarihe geçti maalesef. Hiçbir arka planı olmayan, tamamen iyi niyetlerle saltanat üzerinden dine ve dindarlara hizmet etmek gayesiyle yola çıkan Hz. Muaviye’nin istemeyerek de olsa sebep olduğu ehl-i din mabeyninde cereyan eden kanlı hadiseler, yukarıdan aşağıya doğru dine ve dindarlara hizmet etmenin oldukça zor ve riskli olduğunu gösteriyor.
Üstad Bediüzzaman’ın veli padişah olarak tavsif ettiği Sultan Abdülhamid’in bazı mecburiyetlerin sevkiyle, istemiyerek de olsa tepeden inme bir şekilde, cebri uygulamaların çare olmadığını görüyoruz.
Devlet eliyle, makam ve mevkiler aracılığıyla dine hizmeti esas alan adı İran İslâm Cumhuriyeti olan komşumuz İran’ın da tarih boyunca hep iç kargaşaların yanında, her zaman gayr-ı müslim ülkelerden ziyade İslâm ülkeleriyle cedelleştiğini, zaman zaman da savaşlara tutuştuğunu biliyoruz.
“Hak geldi; batıl zail oldu” âyet-i Kerime’nin mealini partisinin sloganı olarak kullanma cüretinde bulunan,seçimleri Müslümanların sayımı olarak gören; partisine rey vermeyenleri “patates dininden” sayan merhum Erbakan bu anlayışıyla başta dine en büyük zararı vermekle kalmayıp, farklı partilerdeki milyonlarca ehl-i dini dışlayarak ülkenin huzur ve sükûnunu, birlik ve beraberliğini dinamitlemiş oldu.
Aynı şecerenin devamı olan ve malûm gömleği çıkardık diyerek, tepeden inme yol ve yöntemlerle dine ve dindarlara hizmet edeceğiz, kardeşliği, birlik beraberliği ikame edeceğiz, kanun hakimiyetini esas alacağız, adaleti ve eşitliği sağlayacağız gibi vaatlerde bulunurken; diğer taraftan da seçimleri Kurtuluş Savaşı’na benzeterek; “ya bizdensin veya düşmansın” anlayışıyla kendilerinden olmayanları “şer ittifakı” diye damgaladılar. Kendileri açısından 7 Haziran seçimlerini Uhut; 1 Kasım seçimlerini de Hendek savaşı olarak gören; “paralel yapı” parayonasıyla bir zamanlar övgü yağdırdıkları malûm cemaate karşı linç hareketine kalkıştılar. kendilerinden gördükleri medya, cemaat STK ve iş çevrelerine devletin bütün maddî imkânlarını peşkeş çekerken, kendilerinden görmedikleri çevreleri de dışlayarak, kanunî haklardan mahrum ettiler. Daha benzeri bir çok kanunsuz, keyfi ugulamalar, söz ve beyanlarla kavga ve gürültüler, gerilim ve kutuplaşmalar artarak devam ediyor böyle iktidarlar döneminde.