Bir eserin, Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanıp yayınlanmayacağına, Diyanet İşleri Yayın Yönetmeliğinde yer alan inceleme esaslarına göre, yayın inceleme komisyonu karar verir.
Yayın komisyonu da basılacak eserin, “Başkanlık yayın ilkelerine uygun olup olmadığını (Madde 9 (a))”1 incelemekle yükümlü tutulmuştur. Başkanlığın yayın ilkelerine2 baktığımızda da anayasanın 136. maddesine istinaden, Diyanet İşleri Başkanlığı, “laiklik ilkesi” doğrultusunda… görevlerini yerine getirir3, ibaresini görüyoruz.
Nitekim adalet bakanı Sayın Bekir Bozdağ, 04 Haziran 2012 tarihinde Başbakan Yardımcısı iken yaptığı bir konuşmasında, Diyanet İşleri Başkanlığını düzenleyen Anayasa’nın 136. maddesi ile ilgili şunları söylemiştir: “Diyanet İşleri Başkanlığı, görevini yaparken ‘laiklik ilkesi doğrultusunda görev yapar’ diye bir görev tanımı yapılıyor. Yani laikliğin izin verdiği kadar din anlatımına, laikliğin izin verdiği kadar hizmete izin veren yapı var. Bu müdahaleci bir laiklik anlayışıdır, doğru bir şey değildir.’’4 Doğru bir tesbit.
Demek ki kanun ve yönetmelikleri dikkate aldığımızda, Diyanetin sorumluluğunda basılabilecek bir eserin, “laiklik ilkesine” aykırı olmaması gerekir. Risale-i Nur eserlerinin muhtelif yerlerinde geçen çeşitli cümle, bölüm ve mektuplar 5,6,7 laiklik ilkesi yorumuyla yorumlandığında, Diyanet tarafından bastırılacak Risale-i Nur eserlerinin içerisinde ne kadarı sansürlenmeden yer almasına müsaade edilebilir? Bilemiyoruz. Hadi bugün yer aldı, ya yarın veya öbür gün ne olacağı ile ilgili bir değerlendirme yapmada zorlanıyoruz. Çünkü ülkemizde laiklik ilkesi dinsizlik manasında yorumlanarak tatbik edilmiş. Din hakikatlerini beyan edenlere karşı istibdâd-ı mutlak şeklinde uygulanmış. Bu ve buna benzer uygulama örneklerine şahit olmuşken, uzun soluklu sansürsüz bir Risale-i Nur Külliyatının bastırılması, çok iyimser bir bakış olacaktır, sanırım.
Şimdi farz edelim ki Diyanet, Risale-i Nur Külliyatını hiçbir tahrifat ve sansür yapmadan basımını gerçekleştirdi. İleride bir münafık çıksa, Diyanetin sorumluluğunda basılan bu eserlerin, yönetmelik ve kanunlarda belirtilen “laiklik ilkesine” aykırı olduğunu iddia ederek, mahkemeye verse... Elbette ki mahkeme karar verirken, mevcut yönetmelik ve kanunları dikkate alacaktır. Risale-i Nurdaki bazı bölümlerin ilke ve inkılâplara uygun olup olmadığının nasıl yorumlanabileceğini şimdiden tahmin etmek mümkün değil. Bu durum, Risale-i Nur eserlerinin sansürlenmesi veya tahrifat yapılması yolunu açabilecektir.
Henüz demokratik taşların yerli yerine oturmadığı, hukukun siyasallaştırılabildiği, vesayetten kurtulamamış ilke ve inkılâplar esasına dayanan bir darbe anayasamızın var olduğu ülkemizde, Risale-i Nur eserlerinin telif hakkının devlete teslim edilmesi, her zaman sû-i isti’mâlâta müsait bir zeminin varlığına kapı açmak, anlamına gelmez mi?
Sadeleştirmeye karşı tedbir alınması hevesiyle Risale-i Nur’ların devletleştirilmesini hoş karşılayanlara, “tehlikenin farkında mısınız?” diye sormak istiyoruz. Ha sadeleştirilmiş Risale-i Nur’lar, ha sansürlenmiş Risale-i Nur’lar, arasında ne fark var? Bediüzzaman’ın bütün eserleri ve fikirleri, orijinal haliyle bir bütündür. Sansür ve tahrifat kaldırmaz.
Sözleşme imzalatılarak Nurlar’ın basımı için izin alan yayınevlerine verilmiş Risale-i Nur Külliyatı CD’leri incelendiğinde, Emirdağ Lâhikası II ve Barla Lâhikası kitaplarının, İman-Küfür Muvazenelerinin yer almadığı, Şuâlar’a hata-savap cetvelinin konulmadığı, “put” kelimesinin “pot” kelimesi olarak yorumlanıp değiştirildiği fark edilmiştir. Çeşitli cenahlardan yapılan açıklamalar dikkate alındığında, henüz Emirdağ II ve Barla Lâhikası kitaplarının hazırlanmadığı ifade edilmiştir. Fakat sözleşme eki listesinde, bu kitaplar yer almadığı için Risale-i Nur’u bir bütün olarak kabul eden Nur camiaları, haklı olarak endişelerini dile getirmektedirler.
Aslında önceden beri dile getirilen Risale-i Nur nüsha birliğinin acilen sağlanması ihtiyacı var. Bandrol yasaklanması öncesi Risale-i Nur’u basan bütün yayınevlerinde çeşitli Osmanlıca ve Türkçe orijinal Risale-i Nur nüshalarının var olduğunu biliyoruz. Şu anda Risale-i Nur nüsha birliğinin sağlanmasında belirli yayınevlerin ve bazı ağabeylerin elindeki nüshaların dikkate alındığı ifade edilmektedir. Oysa bandrol öngeli öncesi Risale-i Nur’u basan bütün yayınevlerinin iştirak ettiği ve herkesin elinde mevcut olan bütün nüshaların karşılaştırıldığı bir ihtisas komisyonunun teşekkül ettirilmesi gerekmez miydi? Bilhassa Risale-i Nur’ların 1975’te Yeni Asya Yayınları damgasıyla basılarak, eserlerin yayınevi imzası ile neşrine vesile olan, Yeni Asya Yayınevinin de bu heyet içerisinde olması gerekmez mi?
Sonuç olarak, her Nur camiasını veya yayınevlerini temsilen seçilmiş, müdakkik, Risale-i Nur’a Osmanlıca, Arapça ve Türkçe dillerine vukûfiyeti olan ihtisas sahibi zatların iştirak ettikleri bir “Nüsha Birliği İhtisas Heyetinin” teşekkül ettirilmesi ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın devreye sokulması, nüsha birliği tartışmalarının ortadan kalkmasına vesile olabilecektir, inşallah.
Dipnotlar:
1- Resmî Gazete Tarihi: 28.02.2012 Resmî Gazete Sayısı: 28218.
2- http://www.diyanet.gov.tr (Temel İlke ve Hedefler)
3- http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa_2011.pdf
4- http://www.aa.com.tr/tr/politika/55944-diyanet-e-elestirilere-yanit
5- Emirdağ Lâhikası I, sayfa 247.
6- Şuâlar, Hata-savab cetveli, hatalar cevaplar 65.
7- Tarihçe-i Hayat, s. 349-350.