Özerklik, bir topluluğun tek bir devlet çatısı altında, ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme yani “yerinde yönetme” şekli olarak tanımlanmaktadır.
Güneydoğu meselesinin çözüm teklifine yönelik “demokratik özerklik” olarak dillendirilen ve tartışılan bu sistem hakkında, acaba Bediüzzaman Said Nursî’nin görüşü nedir? diye merak edenlerimiz olmuştur. Bediüzzaman’ın Eski Said olarak tanımladığı dönemde, Prens Sabahaddin Beyin “adem-i merkeziyet” terimiyle gündeme getirdiği özerklik fikrine, cevaben yazdığı makaleyi1 esas alarak, bu konuyu değerlendirmeye çalışacağız.
Başta şunu ifade etmek gerekir ki, Hz. Üstad’ın baştan sona bütün eserleri ve makaleleri incelendiğinde, daima vatanın, milletin birliği ve bütünlüğünü dile getirdiğini müşahede ederiz. Menfi milliyetçiliğin zararlarını nazara vererek, ittihad ve dayanışma içerisinde yaşamamız gerektiğini ders verir. Hatta ırkçılığı, milliyetçilik hissini çağrıştıran ve yanlış anlaşılmalara sebep olabilen Kürdî lâkabını bile, Nursî olarak değiştirir. Osmanlı döneminde yazdığı, makale ve eserlerindeki “Kürdistan” kelimelerinin çoğunu, “Şarkî Anadolu” diye tashih eder. “Ey Kürtler!” diye başlayan bazı hitaplarını, “Ey bu vatan evlâtları!” şeklinde değiştirir.
Bediüzzaman, Prens Sabahaddin’in ortaya attığı özerklik fikrine karşı verdiği cevapta, Almanya gibi medeni ülkelerin özerklik yapılanmasına gitmesinin bir mahzuru olmamasına rağmen, Şarkî Anadolu için böyle bir yapının faydadan ziyade, zarara sebep olacağını söyler.
Eğer bir ülkede evrensel niteliğe sahip demokratik hak ve hürriyetler, etnik kimlik ayırt edilmeksizin tatbik ediliyor ise, ülkedeki gelir seviyesi eşit oranda dağılım gösteriyor ise, eğitim seviyesi yüksek ise, herkese eşit mesafede ve “prensibe dayalı hukuk kuralları” adaletli bir şekilde uygulanıyor ise, vesayete dayanmayan sivil bir anayasal yapı mevcut ise, özerklik tarzındaki bir teşkilâtlanmanın faydalı olabileceğini söyleyebiliriz. Fakat bu sayılan vasıflara sahip medeni devletlerle, Türkiye’yi karşılaştırdığımız zaman hiç de iç açıcı bir durumun olmadığını görmekteyiz. Bir seviye farklılığı var. Dünya Demokrasi Endeksi sıralamasında 89., Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında ise 149. sırada yer almamız, bu seviye farklılığını gözler önüne sermektedir.
ÖZERKLİĞİN MUHTEMEL ZARARLARI
O zaman şöyle bir soru aklımıza geliyor. Özerkliğin, ülkemizde meydana getirebileceği muhtemel zararları neler olabilir?
Bu muhtemel zararların ilki, vatan bütünlüğünü bozabilecek ve her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz millî dayanışmamızı zedelemeye sebep olma ihtimalidir. Oysa millî bütünlüğümüzü dayanışma ve sevgi bağlarıyla güçlendirebilsek, gücümüze güç katarız ve kısa zamanda hep birlikte terakki edebiliriz. Fakat özerklik, bu gücün zayıflamasına sebep olacaktır.
Diğer bir zarar ise, güçlenmemizi arzulamayan ecnebi ifsat komitelerinin, “parçalamak, bölmek ve böylece gücünü zayıflatıp kendi menfaatlerine alet etme projelerine” zemin hazırlayan bir yapı olmasıdır. Hatta ifsat komitelerinin, ülke içerisindeki her bir kavmi, özerklik propagandasıyla aldatıp kışkırtarak; ırklar arasında şiddetli ihtilâfların girmesine, çekememezlik, kavga, kargaşa ve geçimsizliğin vuku bulması için fırsat kolladıklarını unutmamak lâzımdır.
“Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti. Mecmuumuz bir iyi insan oluruz”2 tarzındaki Bediüzzaman’ın veciz beyanına göre; Türkler ve Kürtler, bir vücut gibidirler. Türkler, bu vücudun aklıdır; Kürtler de bu vücudun kuvveti ve cesaretidir. Bu vücudun ayakta kalması için gerekli olan ruh da İslâmiyettir. Nasıl ki ruh olmazsa vücut ölür, dağılır ve harap olur. Aynen öylede Türkler ve Kürtlerden teşekkül eden bir vücut, ancak İslâmiyet ruhu ile ayakta kalabilir. Hayatiyetini devam ettirebilir. Akıl ve kuvvetin aynı vücutta imtizaç ettiği, güzel bir ahengi yakalar. Böylece Türk-Kürt kardeşliğini simgeleyen, arzu edilen iyi bir insan modeli ortaya çıkar. Bu dayanışma, ülke içerisindeki diğer kavimlere de güzel bir örnek olur.
NİÇİN ÖZERK YAPI VEYA TEŞKİLÂTLANMA?
Aklımıza hemen başka bir soru geliyor. Niçin özerk bir yapı veya teşkilâtlanma istenir?
Aslında özerklik fikri, merkezî yönetimlerin baskılarına karşı tepkinin bir sonucudur. Her kavmin millî örf ve âdetlerini, kültürlerini, dillerini yaşatmak; fikri düşüncelerini serbestçe yazıp neşredebilme hürriyetine sahip olmak, en tabiî demokratik hakları olduğu halde; bunların engellenmesine yönelik uygulanan merkezi dayatmaya veya ideolojik baskıya karşı verilen tepkinin ve nefretin neticesinde ortaya çıkar. “Ne mutlu Türküm” söylemlerine karşı, elbette tepki olarak, “Ne mutlu Kürdüm” söylemi gelişecektir.
ÇARE DEMOKRATİK MERKEZî USÛL
Pekâlâ, çare ne? Bediüzzaman, özerklik siteminin yerine, “demokratik merkezî usûlle” idareyi, çözüm olarak önerir. Yani milletin ortak irâdesini ve millî birliğini temsil eden bir Meclis çatısı altında, demokratik merkezi bir yönetim yapılanması gerektiğini söyler.
Nedir demokratik merkezî usûlle idare? Evrensel hak ve hürriyetleri esas alan hukuk temeline dayalı demokrasiyi güçlendirmektir.
İdaresi altındaki her bir etnik kültürel unsurlara ve her bir ferde eşit mesafede sevgi ve merhametle kucaklayan bir idarenin olgunlaşmasını sağlamaktır.
Hiç kimseyi haksız şekilde kayırıp kollamayan, prensibe dayalı bir hukukî yapının yerleştirilmesidir.
Suçun ve cezanın şahsîliği prensibini, hakkıyla uygulamaktır. Hiçbir bireyi dışlayıp mağdur etmeyen bir hukukî zeminin yerleştirilmesidir. Devleti tahakküm aracı olmaktan çıkarıp, hizmet devleti haline getirmektir.
Merkeziyetçi yapının bürokratik ağırlığını azaltıp, müdahaleci devlet anlayışına son vermektir.
Devlete, hukuk prensiplerine göre işleyen bir katılımcı demokrasi geleneği kazandırmaktır. Demokrasinin bütün nimetlerinden ülkenin her kesiminin istifade etmesine imkân sağlamaktır.
Herkesle mutabakata varılarak ve vesayetten arındırılarak hazırlanmış sivil bir anayasanın yapılandırılmasıdır.
Evrensel niteliklere sahip demokratikleşmeyi başarmış, hak ve özgürlüklerde ilerlemiş, millî birlik ve beraberliğini muhafaza etmiş bir Türkiye, maddî ve manevî açıdan daha istikrarlı ve güçlü bir şekilde kalkınarak, müreffeh bir seviyeye kısa zamanda ulaşacaktır.
ORTAK PAYDALARIMIZ
Birlik ve bütünlüğümüzü arttıracak, ortak paydalarımız da pek çoktur. Birliğimizin temelini, inanç birliğimiz, İslâm kardeşliğimiz ve aynı ülke vatandaşı olma esasımız teşkil etmelidir. Bediüzzaman şöyle der: “Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lâzların en kuvvetli ve hakikatli revâbıt (birbirine bağlayan bağları) ve milliyetleri İslâmiyetten başka bir şey değildir.”3 “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır.”4
Bin yıl beraber barış içinde yaşamış Türklerle Kürtlerin birbirlerini bağlayan binlerce mânevî kuvvetli bağları vardır.
Risale-i Nur’da bu rabıtalar, şöyle ifade ediliyor: “Allah’ımız bir, Peygamberlerimiz (asm) bir, Kitabımız bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, vatanımız bir, ilâ âhir, binler adedince bir, bir. Bu bir birler, uhuvveti (kardeşliği), muhabbeti (sevgiyi), vahdeti (birlik ve beraberliği) ve ittifakı iktiza ediyorlar.”5 “Bu bir birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını sağlamlaştırmakla beraber, ruhî, kalbî, ebedî, lâyemût (ölümsüz) bir birlik temin etmektedir.”6
SAADETİMİZİN ANAHTARI İTTİHADDIR
“Hayat ittihattadır.” der Hz. Üstad. Yani bir vücudun hayatiyetini devam ettirebilmesi için vücut organlarının dayanışma içinde olması gerekir. Birbirleri ile yardımlaşmalı ve birbirinin ihtiyaçlarına cevap vermeliler. İşte böyle bir ahenk içinde çalışan ve dayanışma örneği gösteren bir vücut, ancak hayatiyetini güzel bir şekilde devam ettirebilir.
Toplum içerisinde de vücut organları gibi çeşitli unsurlar mevcuttur. Farklı dil ve kültürlere sahip kavimler; toplumu oluşturan kadınlar, gençler, yaşlılar, engelliler; fakirler, zenginler; avam, havas kesimleri; memurlar, müteşebbisler; eğitim camiası, hukuk camiası, diyanet camiası vs. her bir unsur, her bir kesim öyle ahenk içerisinde bir arada yaşamalılar ki, o toplum veya o ülke hayatiyetini güzel bir şekilde devam ettirebilsin.
Milleti oluşturan fertler arasındaki muhabbet, yani kendi milletine karşı hissettiği sevgi, atomların birbirlerini çekme kuvveti gibi çok güçlü ve tesirli bir haslettir. Bu sevginin mecrası, müsbete yönlendirildiği zaman tanışmaya, yardımlaşmaya vesile olacak, güzel neticelerin alınmasını mümkün hale getirecektir. Eğer bu sevgi, menfi milliyetçilik yönünde sarf edilirse, o zaman da ayrımcılığa, kendi milletini üstün görmeye ve toplum bütünlüğünü bozmaya vesile olacaktır.
Müslüman kavimlerin milliyeti ise İslâmiyet’tir. Müslümanları birbirine bağlayan muhabbet bağları ise aynı Allah’a inancımız, aynı kutsî kitaba itaat etmemiz, aynı Peygamberin (asm) ümmeti oluşumuz ve hatta aynı ülkenin vatandaşı oluşumuzdur. O zaman, İslâmiyet milleti olarak; İslâmî, Kur’ânî ve Nebevî düsturların fertler mabeyninde sağlamlaştırılması gerekir. Bu muhabbet bağlarının inkişaf ettirilmesi hususunda, fertlerin şuurlandırılmasına ihtiyaç vardır. Bu şuurlandırma eğitiminde, Risale-i Nur eserlerindeki hakikatlerin nazarlara sunulması, büyük bir önem taşımaktadır.
İslâmiyet çekirdeği etrafında birleşen ve ittihat eden bir milletin, başaramayacağı mesele yoktur. O sebeple, bu muhabbetin perçinlenmesi ve güçlendirilmesi için muhabbete ve dayanışmaya sebep olabilecek bağların, daima gündeme getirilmesi gerekir. Bu bağların güçlenmesine yönelik stratejiler, tezler ve projeler geliştirilmelidir. Bu bağları kesecek veya engelleyecek menfi olayların, bertaraf edilmesine çalışılmalıdır.
Nasıl ki her hastalık, sebebinin zıddıyla tedavi edilir. Aynen öylede, aynı ülkede yaşayan kavimlerin parçalanma ve ayrılık eğilimi hastalığını, kavimler arasındaki ittifak ve dayanışmayı tesis etmek suretiyle tedavi etmek gerekir.
Nasıl ki çoğunluğumuz, tek Allah’a inanarak, inanç birliği oluşturuyoruz. Millî birliğimizi de dayanışma ile sağlamalıyız. Millî birliğimizin ruhu da ancak İslâmiyettir. Nitekim, Mü’minlerin kardeşliği, birbirlerini sevmeleri, muhabbetle kucaklamaları, İslâmiyetin bir esasıdır. Türklerle Kürtler, din kardeşidir. Türklerle Kürtler, muhabbetle kucaklaşmalıdırlar. İslâmiyetin bu zamandaki en önemli farzlarından biri olan ittihad-ı İslâmın gereğini, öncelikle kendi ülkemizdeki bütün unsurlar arasındaki ittihadla sağlamalıyız.
Dipnotlar:
1- Eski Said Dönemi Eserleri, Nutuk, s.183.
2- İçtimaî Reçeteler, s. 256.
3- Hutbe-i Şamiye, s. 97.
4- Münâzarât, s. 99.
5- Mektûbat, s. 310-311.
6- Barla Lâhikası, Mektup no: 45.