"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dâvâ merkezli bir hayat

İ. Cem Baran
14 Nisan 2018, Cumartesi
Hayatına bir gaye ve hedef koymak insana ait bir özellik. Hayvanların ise doğuştan her şeyleri planlanmış ve programlanmış; sevk-i İlâhî ile yaşarlar.

İnsan ise hayatına koyduğu hedefe göre hem hayvanlardan uzaklaşır, insan-ı kâmil olmanın rol modeli olan Hz. Peygambere (asm) yaklaşır. İnsanlık tarihinde iz bırakmış büyük dehaların hepsinin ulaşmak istediği ve gerçekleştirmek istedikleri bir gayeleri; bir dâvâları vardı.

Sokrates “sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” derken aynı hakikate işaret etti. Gayesiz, amaçsız ve dâvâsız yaşamaktansa, ölümü tercih etti. Buna hayatı gayesi olmak da diyebilirsiniz. 

Dâvâ adamları, saçları adedince başları olsa, dâvâsı uğrunda her gün birini feda etmekten asla çekinmezler.

Bir kitap vesilesi ile dâvâ ve hayat konusunu yeniden düşündüm. The Purpose Driven Life Hıristiyan bir yazar olan Rick Warren’in kitabı. 

Küresel kapitalizmin AVM’leri mabede çevirdiği; daha çok tüketim için mal, para, şöhret ve diğer geçici nesnelerin amaç haline getirdiği hayata farklı bir açıdan bakmış yazar. 

İncil’in ruhundan esinlenerek hayata amaç olarak daha büyük ve yüce gayeler koymuş.

Kitap, yazılış dili, basitliği, sadeliği ve hedef kitlenin iyi belirlenmesi ile son 10 yılda sayısız sayıda insanın hayatını değiştirmiş. 50 dile tercüme edilmiş. 

Yaklaşık 40 milyon nüsha satılmıştır. (Türkçeye ‘Maksatlı Yaşam’ olarak tercüme edilmiş). Eksik bir tercüme. Kitabın ruhunu tam olarak yansıtmıyor.

Kitap, 90 hafta boyunca New York Times’in ‘Ençok Satan Kitap Listesi’nde birinci sıradaki yerini korumuş.

Bu kitabı okurken, zihnime nedense Bediüzzaman Hazretleri geldi. Belki de Mart ayındaki anma faaliyetleri buna sebep oldu.

20 yaşlarındaki Molla Said bir kez daha “dâvâ” ve “hayat” ekseninde hatırladım.

“Gaye-i hayali” olan ve bütün hayatını bu gayesini gerçekleştirmek için düzenleyen genç bir şarklı olarak onu bir kez daha saygı, sevgi ve rahmetle andım.

Yıl 1898. Molla Said, Van Valisi Tahir Paşa’nın misafiridir. Daha doğrusu, bu genç dehayı keşfeden Vali, onu yanından ayırmamaktadır.

Molla Said yeni öğrendiği Türkçe ile İstanbul’dan gecikmeli gelen gazeteleri dikkatle okumaya çalışıyor.

Dünyada ve özellikle de İslâm dünyasında olup bitenleri bu gazetelerden öğrenmeye çalışır.

Bir gün okuduğu küçük bir haber, onda büyük bir tesir yapar. Daha doğrusu bir yanardağ gibi patlar.

Haber, üzerinde güneşin batmadığı İngiliz İmparatorluğu’nun Müslümanlarla ilgili stratejisinin kısa ve net bir özetidir.

Sömürgelerden sorumlu bakan Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada Müslümanlarla ilgili stratejisini elinde tuttuğu Kur’ân’ı göstererek şöyle özetlemiş:

“Bu Kur’ân Müslümanların elinde kaldıkça, biz onlara hakîki hâkim olamayız”.

Peki yapılması gereken nedir?

İki maddelik basit ve dehşetli bir plan:

1. Kur’ân’ı ortadan kaldırmak. 

2. Bu olmadığı takdirde, Müslümanları Kur’ân’dan soğutmak.

Birincisine güç yetiremeyeceklerini bildiklerinden, Müslümanları Kur’ân’dan soğutma devreye sokulacaktır. 

Bundan sonra Kur’ân hedeftedir. O gün bu gün, Kur’ân’la didişen yabancı ve yerli Oryantalistler bu hedefi gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Planın dehşetini kavrayan genç Molla Said’in ruhunda büyük fırtınalar kopar ve ruhunda nihayetsiz bir gayret uyanır. Madem Kur’ân’a saldırılacaktır, yapılması gereken basittir: Kur’ân’ı muhafazaya çalışmak.

Bundan hareketle, Kur’ân’a hizmeti hayatının gayesi yapar. Hayatının gaye ve hedefini “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu” bütün dünyaya ispat etmek ve göstermek olarak belirler.

Bunu okuduğumda bir an için durdum ve düşündüm: Molla Said bu kararı alırken misafir olduğu Vali ile istişare etmiyor. Dahası, Osmanlı’nın en stratejik dehalarından olan 2. Abdülhamid, Yıldız Sarayı’nda; Müslümanların halifesi olarak görevinin başında. 

“Sultanımız ve Halifemiz İngiliz gâvuruna gereken cevabı verir” de demiyor.

Müslümanların Şeyh’ul-İslâm’ı ve Meşihat dairesi “gereken ilmi cevabı elbette verir” de demiyor.

Dahası, Osmanlı Yüksek Öğretim Kurumları, uleması, münevverleri ve yazarları da iş başında.

Hiçbirini hatırına getirmiyor. Vazifeyi başkasına havale ederek mesuliyetten kaçmıyor.

Bir mü’min olarak kendisi için bu haberden şöyle bir sonuç çıkarıyor:

“Hayatını Kur’ân’a, hizmete vakfetmek”.

Kolay bir karar değil. Geçici bir heves hiç değil. Bu büyük gayesini oluşturmak ve hedefine ulaşmak için Molla Said hemen bir yol haritası yapar.

İstanbul’un bir semtinden diğerine, yolbulucu olmadan taksiciler bile yolunu şaşırıyor. Molla Said, böyle büyük bir hedefe pusulasız ve ilkesiz ulaşılamayacağının farkındadır.

Molla Said bir maceraperest değil, hayatını Kur’ân’a hizmete adayan ve bunun ciddiyetinin farkında olan bir gençtir. Çok ciddî bir yol haritasına ihtiyaç vardır.

Molla Said hayat boyu sıkı sıkıya takip edeceği ve hiçbir zaman ve zeminde taviz vermeyeceği prensipleri sadece cep defterine yazmakla kalmaz; zihnine de nakşeder:

Asla evlenmeyecek,

Asla hükümet görevini kabul etmeyecek,

Asla hiç kimseden hediye kabul etmeyecek,

Asla hiçbir ilim adamına soru sormayacak.

Fen ilimleri ile din ilimlerinin birlikte tedris edileceği bir yükseköğretim sistemini geliştirmek.

Said Nursî, 20-21 yaşındaki bir genç olarak aldığı bu kararlara bir asra yaklaşan hayatı boyunca sıkı sıkıya bağlı kaldı; hiçbir zaman prensiplerinden taviz vermedi.

Sürgün ve hapishane hayatının en zor ve sıkıntılı anlarında bile, talebelerinin ve dostlarının hediyelerini kabul etmedi. Van Kalesi’nden ayağı kayıp, uçurumdan aşağı düşmek üzere iken “DÂVÂM!” diye haykırmasının sebebi de buydu.

Allah’a ve çok sevdiği Hz. Peygamber’e (asm) söz vermişti. Kur’ân’ı dâvâ edinmiş ve hayatını dâvâsına vakfetmişti.

Hayatını dâvâsına adayan bu azizi insan; dâvâsı uğruna her şeye katlandı. Otuz yıla yakın vilayet vilayet, kasaba kasaba dolaştırıldı; mahkemeden mahkemeye sevk edildi.

Sabırla katlandı. Hapishanelerde ağırlaştırılmış hücre hapsine mahkûm edildi; defalarca zehirlendi.

Dâvâsı için bütün bunlara dayandı. Daha doğrusu dâvâsı olmak ona yaşama güç ve azmini verdi.

Hitler’in toplama kamplarından sağ kurtulan nadir kişilerden olan Dr. Viktor Frankl’ın tesbiti ile “Yaşamak için bir sebebi, bir niçini olanlar herşeye dayanabilir ve katlanabilir. Olmayanlar ise en ufak bir hastalıkta ölür”.

Said Nursî’nin bir dâvâsı vardı. 87 yıl boyunca her gün ve her gece dâvâsı için yaşadı.

Gecelerini ibadet, duâ ve evradla aydınlatırken, bu aydınlığın verdiği ihamla yazdığı Risalelerle bir dönemin karanlıklarını aydınlattı. Hâlâ da aydınlatmaya devam ediyor.

Bizlere Kur’ân’ın nuru ile aydınlanmış, sünnet çizgisinde bir yol gösterdi. 23 Mart 1960’ta Urfa’da öl- düğünde geride bıraktığı terekesi, bir ömür boyu ilklerine nasıl sadık kaldığının açık ve net deliliydi.

Geride dünya malı adına bıraktıkları bir sepete sığacak kadar azdı.

Diğer yandan hayatını adadığı Kur’ân’a hizmet yolunda 6000 sayfayı geçen dev bir miras bırakmıştı. Said Nursî, Van’da 20-21 yaşlarında söz verdiği gibi yaşadı; dâvâsı için benimsediği yol haritasından zerre kadar sapma yapmadı. İnandığı gibi yaşadı.

Bugün, Nur Risalelerinin büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husûle getirdiği heyecanın, kalplerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı burada aranmalıdır.

“Başka bir şeyde değil.”

Geriye dönüp baktığımda, Nur Risalelerini ilk tanıdığımda beni en çok Üstadın dâvâ adamlığı boyutunun etkilediğini gördüm.  Tanıdığım birçok samimî ve ihlâslı Nur Talebesinde de aynısını gördüm.

Hz. Ömer’in Müslüman olmasının hikâyesinin bir benzerini onda görmüştüm. Dur-durak bilmeyen; kabına sığmayan bir iman!

Dâvâsına adanmış bir hayat! Beni en çok bunlar etkiledi.

Risale-i Nur’un kalp ve aklıma hitap eden boyutu zamanla ortaya çıktı ve gelişti.

İslâm âleminin ve insanlığın Said Nursî’nin dâvâsını; Kur’ân’a olan hizmetini anlamaya ihtiyacı var.

Yapılması gereken “hayatını dâvâsına” vakfeden bu büyük âlimin dâvâsının derinlemesine araştırılması ve anlaşılmasıdır. Bu da ancak ilimle olur.

Tıpkı onun yaptığı gibi, hiçbir maddî menfaat, mevki ve makam beklemeden Kur’ân’a hizmet için açık, net, şeffaf ve yapılabilir bir yol haritası ile olur.

Aksi takdirde, dâvâsı hayatı olanlar; başka bir ifade ile mevki, makam ve dünyalık peşinde olan bazı sefil ve sefihler bu muazzam hakikatleri kendilerine alet etmekte çekinmeyeceklerdir.

Bu hakikatlerin ruhuna uygun şekilde korunup-korunmadığı; su-i istimal etmek isteyenler konusunda gerekli tedbirlerin alıp alınmadığını düşünmenin zamanıdır.

Bir Hıristiyan yazarın, İncil’in ruhundan esinlenerek yazdığı kitap 50 dile çevrilip, 40 milyon satıyorsa, samimî ve ihlâslı Nur Talebelerinin daha yapacak çok hizmetleri var demektir.

Nedense, eski bir dostun daveti ile katıldığım bir etkinlikten sonra bunları yazma ihtiyacı duydum.

Okunma Sayısı: 4584
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı