Türkiye bir uçurumun kenarından döndü.
Darbeci caniler ülkenin geleceğine kast ettiler. Hedeflerine ulaşamadılar, ancak devlet ve milletimiz için içte ve dışta sonuçları çok uzun zamana uzanacak tahribatlara sebep oldular.
Darbeciler, dışarıda ülkemizin imajına büyük bir leke sürdüler. Türkiye, Demokrasinin olmadığı, güvenliği olmayan, yer yer darbelerle çalkalanan 3. dünya ülkesi konumuna düştü. Uluslar arası itibarı büyük bir darbe yedi.
İslâm ülkelerinin gözünde bu talihsiz darbe girişimi yüzünden güvenilirliği sarsıldı. Onlar ise, 2000’lerin başında Demokratik reformları devreye sokarak Avrupa Birliğine geçiş süreci yaşayan bir Türkiye’ye gıpta ile bakıyorlardı. Hatta o günlerde dünya ülkeleri tarafından Türkiye İslâm Coğrafyasında örnek bir İslâm ülkesi olarak gösteriliyordu.
Şimdi ise durum fecaat. Darbe teşebbüsü yüzünden ortalık toz duman. Göz güzü görmüyor. Olaylar soğukkanlılıkla, akılla, muhakeme ile değerlendirilip hukuka uygun kararlar alarak icraat yapmak lâzım. Kin ve intikam çığlıkları ile toplumu iyice germekten kaçınmak lâzım.
Hukukta suçun şahsiliği vardır. Suçlunun akrabaları, partisi, camiası onun yüzünden mesul olmaz. Kur’ân’da, “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez” (En’am,164) İlâhî prensibi varken, insanlar darbecilerle ilişkilendirilip tutuklanmamalı. Binlerce, on binlerce insan daha suçu sabit değilken kamudaki vazifesine son verilmemeli. Elbette suçu sabit olanlar cezalandırılmalıdır. Adalet yerini bulmalıdır. Ancak darbecilerin yakınları, akrabaları suça iştirak etmedikçe tutuklanıp cezalandırılmaları zulümdür.
28 Şubat sürecinde darbeci askerler, o zamanki hükümete baskı yaparak “irtica bahanesi” ile dindar masum insanları hukuksuz bir şekilde bürokrasideki vazifelerinden atmak istiyorlardı. O zamanki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bile “Kanun olmadan bu yapılamaz” diyerek onlara engel olmuştu. Ama ne yazık ki şimdi bu işler, masum insanların hukukunu koruması gereken muhafazakâr bir iktidar tarafından kanunsuz şekilde ve mahkeme kararı olmadan yapılmak istenmektedir.
Kur’ân’da “Bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe (zulme) sevk etmesin” (Maide, 8.) buyrulur. Bu prensibe aykırı olarak topluma bir linç algısı hakim kılınırsa, orada adalet tecelli edemez. Darbecilerle ilişkilendirilen bir camianın içinde hasbelkader yer alan bütün fertlere darbeci gözüyle bakılarak suçlu kabul edilmesi, haksız mağduriyetlere sebep olabilir. Bu bakış tarzı İslâmî ve insanî olmadığı gibi hukukî de değildir. ”İnsanlar mahkemece suçu sabit olmadıkça masumdur” diye bir hukuk karinesi vardır. Hiç ilgisi olmayan insanlar da darbeden sorumlu kabul edilerek kamudaki işlerine son verilip çoluk çocuklarıyla parasız pulsuz sokağa atılırsa, bu da bir zulüm olur.
Devleti yönetenlerin darbe teşebbüsü sebebiyle bir travma yaşadıkları, büyük bir facianın eşiğinden döndükleri bir gerçektir. Bu yüzden işleri kolay değildir. Ama iyi yöneticilik bu durumlarda anlaşılır.
Onların bilhassa bu durumlarda soğukkanlı, mutedil olmaları, destekçilerine ve halka itidal tavsiye etmeleri, suçu sabit olmayanlara düşman gözüyle bakmamaları, taşkın hareketlerden uzak durmaları tavsiyesinde bulunmaları gerekir.