15 Temmuz hain darbe teşebbüsü, etkisi uzun yıllara uzanan ve telafisi çok zor olan tahribatlara yol açtı.
Bu tahribatların sivil dinî yapılara yönelik olan boyutu daha korkunç görünüyor. Bir kısım mensupları darbeye bulaştı diye bir cemaat toptan imha edilirken, diğer cemaat ve tarikatlar kamuoyunda hedef tahtasına konarak varlık sebepleri sorgulanıyor. “Suçun şahsîliği” kuralı askıya alınarak hepsi darbeden sorumlularmış gibi toplumda algı operasyonu yapılıyor. Halka cemaat ve tarikat düşmanlığı aşılanıyor. Halbuki müstakim cemaat ve tarikatlar toplumsal huzur ve asayişin manevî dinamikleridir.
DİNÎ YAPILARIN ASIL FONKSYONU
Dinî yapılar (cemaat ve tarikatlar), devletten bağımsız uhrevî hedeflere yönelik olarak iman ve Kur’ân hizmeti yapmak üzere teşekkül eden sivil organizasyonlardır. Onların dünyevî ve siyasî hedefleri olamaz. Onların görevi; hasbî olarak toplum fertlerine iman, ibadet, güzel ahlâk, fazilet, doğruluk gibi manevî şuur kazandırmak, toplumun manevî bünyesini kemiren sefahat, ahlâksızlık, yalancılık, isyan, fitne ve anarşiden insanları uzak durmalarını öğütlemektir. Bu işi, Allah’tan başka kimseden hiçbir maddî menfaat beklemeden, siyasîlerin manyetik alanına girmeden ihlas ile, yani Allah rızası için yapmaktır.
Onlar bu faaliyetlerle toplumun manevî dinamiğini oluştururlar. Bu hizmetler olmasaydı, devletin yanlış siyasetleriyle bunalttığı bazı halk kitleleri harekete geçerlerdi, suçlar pıtrak gibi çoğalır, önü alınması çok zor sosyal patlamalar, isyanlar vuku bularak toplum düzeni ve güvenliği tehlikeye girerdi. Bu yapılar rahat bırakılırsa kendileri doğruyu bulurlar ve istikametle işlerini yaparlar. 1980’e kadar bu işler nispeten iyi gitti. Daha sonraki yıllarda darbeciler ve bir kısım siyasîler değişik yollarla bu manevî yapılara el atıp onları politize ederek istikametlerini bozdular.
YENİ ASYA CAMİASI HİÇ TUZAĞA DÜŞMEDİ
Özellikle 12 Eylül münafık darbecileri, bu yapıları Kemalizm ile barıştırıp devlet kontrolüne almak için çok sinsi planları uygulamaya koydular. Bir kısmını korkutarak, diğer bir kısmını devlet parasıyla destekleyerek, onlara makam-mevki vererek kendilerine biat ettirmek istediler. Ne yazık ki onlardan bir çoğu bu tuzağa düştü. Bunlar içinde Nur grupları büyük bir yekûn tutar. Ancak Yeni Asya Camiası bu tuzağa hiçbir zaman düşmedi. Ona yapılan teklifte, onlara destek verilmesi karşısında devletin kredi muslukları ardına kadar açılacağı, ülke çapında çok sayıda dersaneleri, yurtları ve okulları olacağı ifade edilmişti. Ama camia bunu şiddetle ret etti. Ret ettiği için gazetesini 470 gün kapattılar. Aralarına fitne – fesat sokarak bir kısım mensuplarını ondan kopardılar.
Camianın bütün uyarılarına rağmen, hizmetkâr ağabeylerin çoğu, o zamanlar Nur Talebelerinin çoğunu peşlerine takarak darbeye hararetle destek vermişlerdi. Malazgirt, Mohaç zaferi gibi tarihî bir zafer olduğunu söylemişlerdi. Desteklerinin yanlış olduğunu söyleyen camiayı, komünistlerle birlikte hareket etmekle suçlamışlardı. Zaman bu desteğin yanlış olduğunu göstererek Yeni Asya’yı haklı çıkardı.
Şimdi imhaya çalışılan Gülen cemaati de, zamanında darbeciler ve bir kısım siyasîler tarafından maddî–manevî yönden desteklenmişti. O destek olmasaydı, kendi haline bırakılsaydı muhtemelen kendi işine bakacaktı ve yaşanan müessif olaylar belki de olmayacaktı.
Sözün özü: Faaliyetleri kanunlara aykırı olmadıkça ve asayişe zarar vermedikçe dinî yapılar rahat bırakılmalıdır. “Birisinin hatasıyla başkaları mesul olmaz” Kur’ânî prensibini askıya alarak bir kısım mensupları darbe girişimine adı karıştı diye bütün bir cemaati ve diğer cemaat ve tarikatları bu işle müttehem ilan edip, masum mensuplarını mağdur edip kamuoyunun gözünden düşürmek, Türkiye’deki manevî hayata büyük bir darbe vurmak demektir. Bu darbe, siyasîlerden ziyade ülkemizde dinsizliği ve ahlâksızlığı terviç etmeye çalışan zındıka komitesinin işine yarar. Çünkü o da işini zorlaştıran sivil cemaat ve tarikatların yok edilmesini istemektedir. Allah hepimize insaf, istikamet ve basiret ihsan etsin. Amin...