15 Temmuz uğursuz darbe teşebbüsünden sonra, dinî cemaat ve tarikatlara karşı bir tavır ortaya konuldu.
“Diyanet Teşkilâtı dinî hizmetler için yeterlidir. O onların işini yapar. Cami cemaatinden başka cemaat olmasın” tarzında toplumda bir algı yerleştirilmek istenmektedir. Gaza gelen bir kesim, Diyanet’in dışındaki bütün dinî gruplardan nefret eder hale getirilmiştir. Acaba Diyanet diğer yapılarının yerini tutabilir mi?
Her şeyden önce hukukta “suçun şahsîliği” kuralı vardır. Kur’ân’da, “Birinin hatasıyla başkası suçlanamaz”1 denmektedir. Bir cemaate mensup bir grubun yanlış iş yapmasıyla diğer cemaatlerin suçlu kabul edilmesi zulüm olur.
Üstad Bediüzzaman’a İsparta sürgün hayatında yetkililer, “Bize dinî hükümleri ve İslâm’ın hakikatlerini talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle dinî neşriyat yapıyorsun? Sen bu işe karışma” demişler. O da, dünya işlerinin kanunlar ile inhisar altına alınabileceğini, ancak hak ve hakikatin, iman ve Kur’ân’ın inhisar altına alınamayacağını, resmî bir şekilde ücret mukabilinde dünya muamelatı şekline sokulamayacağını ifade etmiştir. 2
İman ve Kur’ân hizmeti tekelleştirilemez; devletin kontrolünde, hâkim siyasîlerin yönlendirmesine tabi olan bir teşkilâtın inhisarına alınamaz. Alınırsa sağlıklı ve başarılı bir din hizmeti yapılamaz. Nitekim Diyanet Teşkilâtı, vatan sathına yayılan seksen bin küsur camisi ve yüz elli bini aşan kadrosu ile yaptığı hizmet tam başarılı olsaydı, hali hazırda yaşamakta olduğumuz imanî ve ahlâkî buhran olmaması gerekirdi.
Cemaat ve Tarikatlara gelince onlar, devletten bağımsız olarak her biri farklı bir alanda hizmet yapmaktadırlar. Bir kısmı - Nur Talebeleri gibi - iman ve Kur’ân hakikatlerinin neşrine çalışırken, bir kısmı Kur’ân öğretimine yoğunlaşmaktadır. Tarikatlar, tasavvuf yoluyla ahlâk ve maneviyata hizmet etmektedirler.
Ne yazık ki 1970’ten sonraki dönemlerde bu yapılar, yönetime geçen ve dinî siyasete alet eden güçler tarafından makam-mevki ve maddî imkân tuzaklarıyla büyük ölçüde politize edilerek hizmetleri sulandırılmaya çalışılmıştır. Bugün de aynı durum vardır. Buna rağmen onların iman ve ahlâk takviyesine yönelik ciddî gayret ve çalışmaları olmasaydı, siyasîlerin yanlış politikaları sebebiyle bunalan toplumda suçlar pıtrak gibi çoğalır, güvenlik güçlerinin önünü almayacağı sosyal patlamalar, yağma ve isyan hareketleri yaşanabilirdi.
Diyanet, cemaat ve tarikatlar birbirlerine rekabetçi değil, yardımcı nazarla bakmalıdırlar. Üstad Bediüzzaman, “Hakka hizmet büyük ve ağır defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omzunda taşıyanlara ne kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir ve memnun olurlar.” 3 buyurmaktadır.
Sözün Özü: Diyanetin tek başına din hizmeti için yeterli olmayacağı bilinmeli, güvenlik ve asayişe, hukuka aykırı faaliyet yapılmadığı sürece, benzer hizmet yapan sivil yapılar sağlıklı hizmet yapabilmeleri için rahat bırakılmaları, onları politize etmekten kaçınmalıdır. Zira bunlar toplumda huzur ve asayişin tesisine çalışan gönüllü organizasyonlardır. Bu yapılar da, Yeni Asya Camiası gibi siyasetçilerin aldatıcı, dünyevî tuzaklarına düşmemeye dikkat ederek halisane hizmetlerine yoğunlaşmaları lâzımdır.
Dipnotlar:
1- İsra: 15. 2- Mektubat,YAN, s. 86.
3- Lem’alar,YAN, s. 272.