15 Temmuz uğursuz darbe teşebbüsünden bu yana geçen sekiz aylık süre içinde, KHK ile anî verilen siyasî kararlarla darbe ile ilişkisi var sayılıp vazifesinden uzaklaştırılan, tutuklanan on binlerce, yüz binlerce kişi var.
Maaşları kesilerek aileleriyle birlikte beş parasız bırakılan bu insanlar, Suriye’li sığınmacılardan beter bir sefalete mahkûm edilmiş durumdadırlar. Çoğu aileleriyle birlikte yakınlarının maddî destekleriyle hayatlarını devam ettirmektedirler. Tutuklanmadan kurtulanlar, mimlendirildikleri için özel sektörde, “Maliyecileri üzerime gönderirler. Başıma bir iş gelebilir” korkusu ile kendilerine iş verilmemektedir.
İslâm hukukuna göre kâfirlerin, katillerin, canilerin de bir hukuku vardır. Bunlara hukukî ceza haricinde işkence yapılamaz, aç bırakılamazlar. İslâm geleneğinde esir edilen düşmana bile iyi muamele edilir. Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın esir edilen Doğu Roma İmparatoru Romen Diojen’e yaptığı dillere destan lütufkâr muamele malûmdur. Çanakkale’de bize karşı savaşırken esir edilen İngiliz askerlerine askerlerimiz, kendi su ve ekmeklerini vererek onlara misafir gibi muamele ettikleri tarihî kaynaklarda zikredilir.
Kaldı ki, ihraç mağdurlarının çoğunun suçlu oldukları hukuken sabit değildir. Haklarında suçlu olduklarını gösteren bir mahkeme kararı da yoktur. Zan, ispiyon, iftira, banka hesabı, cep telefon kaydı gibi hukukî geçerliliği olmayan bir sebepten işten atılmış ve tutuklanmışlardır. Kadere imanın verdiği teselli olmazsa bunların, maruz kaldıkları haksız mağduriyetin kişiliklerinde yol açacağı depresyon ve manevî yıkımın sonuçları hem kendilerine, hem de topluma telâfisi çok zor zararlara yol açar. Nitekim imanı zayıf bazıları, haksızlığı şerefine yediremeyerek intihar etmiştir.
28 Şubat 1997 sürecinin dehşetli günlerinde Post modern darbeci aktörler, “irtica” bahanesiyle on binlerce dindar masum insanı, şimdiki gibi sorgusuz-sualsiz Bürokrasi ve kamu sektöründen atmak için, o zaman ki Başbakan Bülent Ecevit’e bir kararname düzenleterek, zamanın Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’e imzalaması için takdim etmişlerdi. İmza gerçekleşseydi, müthiş, dehşetli, hukuksuz bir kıyım olacaktı. Cumhurbaşkanı, bu şahısların suçlu olduklarını gösteren bir mahkeme kararının olup olmadığını sormuş, böyle bir kararın olmadığını öğrenince bu işe kızmış, “Ben böyle bir kararnameyi imzalamam” diyerek onu geri çevirmiştir. Dine mesafeli bakan o zaman ki Cumhurbaşkanı, hukuka saygısını bu şekilde açıkça ortaya koyarken, günümüzde yüz binlerce insan, dindar kimlikli siyasîlerin kararnameleriyle sorgusuz - sualsiz, mahkeme kararı olmadan işlerinden atılarak, aç, sefil bırakılarak mağdur edilmişlerdir. Bunun izahı var mıdır?
Bir ülkede adalet yoksa orada zulüm var demektir. “Küfür devam eder, zulüm devam etmez” diye bir kaide vardır. Mazlûmun bedduâsıyla Allah arasında perde olmadığı ifade edilir. Bu zulümlere bir an önce son verilerek telâfisi yoluna gidilmelidir. Aksi halde İlâhî gazap gelirse sadece sebep olanlar değil, masumlar da, bütün ülkede çok zarar görür. Çok yazık...