Cumhuriyetin kuruluş felsefesi lâdinî bir yapıya dayandığı için, dinî gruplar ve tarikatlar yok sayılmış ve yer altına itilmişlerdir.
Tek parti döneminin hakim güçleri her dinî tezahürü “irtica” saymışlar ve yok etmeye çalışmışlardır. Bunun en bariz örneği Bediüzzaman ve talebelerine reva görülen zulümlerdir. 1950 yılında Demokratların öncülüğünde Demokrasiye geçildikten sonra, din ve vicdan hürriyeti devreye sokulmuş, bunun neticesi olarak dinî gruplar ve tarikatlar hürriyetlerine kavuşmuş ve vazifelerine açıktan devam etmeye başlamışlardır.
CEMAATLER DARBECİLERİN HEDEFİNDE
Kemalizm’den güç alan 1960 darbecileri, tek parti zamanında yapıldığı gibi, cemaat ve tarikatlara illegal yer altı terör örgütleri gibi bakmışlar, ellerindeki devlet imkânlarıyla onlara zulüm yaparak faaliyetlerini engellemeye çalışmışlardır.
Münafık 12 Eylül darbecileri, taktik değiştirerek onları, az bir kısmı hariç değişik tuzaklarla etkileyerek yanlarına çekmişlerdir. Onları Kemalizm’le barıştırmak için kimisine maddî destek, kimisine makam – mevki vererek istikametlerini bozmaya çalışmışlardı. Büyük oranda da başarılı olmuşlardır. O zamanlar Yeni Asya camiasını da karıştırmışlar, bir çok mensubunun camiadan kopmasına yol açmışlar, ancak onun istikametini bozamamışlardır.
1995 yılı genel seçim önce dinî grupların çoğu Necmettin Erbakan liderliğindeki siyasal İslâm hareketinin tuzağına düşmüşler, ona verdikleri desteğinin faturasını daha sonraki yıllarda ağır ödemişlerdir.
28 Şubat darbecileri, 1997’de Necmettin Erbakan’ı bahane ederek “irtica hortluyor” korkutmacasıyla cemaat ve tarikatların üzerine devlet güçleriyle gittiler, faaliyetlerini baskı altında tutarak engellemeye çalıştılar. İmam Hatipler ve Kur’ân Kursları gibi Dinî kurumlar ve gruplara telâfisi çok zor zarar verdiler. Diğer taraftan Demokratları bilinçli bir şekilde parçalayan ve dağıtan darbeciler, 2002’de siyasal İslâm hareketinin içinden çıkan bir ekibe iktidar yolunu açtılar.
SİYASAL İSLÂM CEMAATLERİN YAKASINI BIRAKMIYOR
Geçmişteki Necmettin Erbakan’ın talebeleri olan ve 12 yıldır iktidarda olan bu ekip, başından beri cemaat ve tarikatların peşini bırakmadı. Onları politize etmek için her yolu denedi. O bu yolda önlerine nice cazip ve çekici tuzaklar kurdu.
Dinî gruplara kurulan en dehşetli ve etkili tuzak, maddî destek tuzağıdır. Devletin maddî destek kapıları onların önünde ardına kadar açıldı. Maalesef başında Yeni Asya’nın bulunduğu az bir kısmı hariç, çoğu bu tuzağa balıklamasına atladılar. Kimisine külliyeler verildi. Kimilerine hizmet binaları yapıldı. Kimileri de, başka bir şekilde yardım edilerek etki altına alındı. Etki altına alınanlar, dindar görüntülü iktidarın meddahı oldular. Yaptığı fahiş hataları ya görmezlikten gelerek sessiz kalıyorlar veya bin dereden su getirircesine te’vil yoluna gidiyorlar.
Bazıları yapılan yanlışları tenkit edecek gibi olunca, iktidarın önde gelenlerinden biri, “Biz yok olursak, sonra siz de yok olursunuz ha!” diyerek üstü kapalı bir şekilde destek vermeye devam etmek zorunda olduklarını ima ederek, tehditvârî bir şekilde onları uyardı.
GELECEK NESİLLER YENİ ASYA’YI ALKIŞLAYACAKLAR
Yeni Asya camiası, devlet yardımına iltifat etmeyerek siyasete karşı mesafeli durdu. Onun manyetik alanına girmedi. İktidarın minneti altına girmediği için de, hür ve bağımsız, dik bir duruş sergileyebiliyor. Yapılan fahiş hataları rahat bir şekilde dillendirebiliyor ve ikaz vazifesini cesaretle yerine getiriyor. Yeni Asya aslında siyasî ve sosyal alanda farz-ı kifaye vazifesini yapıyor. Gelecek nesiller onun dik, onurlu ve müstakim tavrını alkışlayacaklardır.
Dindar görüntülü iktidar, Yeni Asya’nın dik duruşunu hazmetmiyor. Diğer Nur Talebesi gruplarını kendine bağladığı gibi, onu da kendine biat ettirmek için her yolu deniyor. Ama çok şükür başaramıyor ve gelecekte de Allah’ın izniyle ve Üstad Bediüzzaman’ın himmetiyle başaramayacaktır. Çünkü O Üstad Bediüzzama’ın meslek ve meşrebini, Zübeyrî çizgiyi önüne kurulan bütün tuzakları boşa çıkararak tavizsiz bir şekilde sürdürmeye azimli ve kararlıdır.