Suriye, tarihte ender yaşanan felâketlerden birini yaşamaktadır.
Zalim küresel güçler, dünyanın gözü önünde bir ülkeyi ve halkını son model silâhlarla yok etmektedirler. Dünya kamuoyu ve İslâm âlemi, olan biteni izlemekle yetinmektedir. Zalim ve gaddar düşmandan hayır ve merhamet beklenemez. O zulmünü ve gaddarlığını yapacaktır. İlâhî kader bu zalimlerin Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’ta ve son olarak Suriye’de Müslümanlara zulüm yapmalarına neden müsaade ettiğini, hatanın telâfisi için düşünmemiz gerekmektedir.
Üstad Bediüzzaman bir lâhika mektubunda, insanların eliyle gelen zulümlü musîbetlerde iki sebep bulunduğunu, biri; zahire bakan beşerin zulmü, diğeri; İlâhî kader olduğunu belirtmektedir. İnsanlar zahirî sebepler tahtında zulmettiklerini, kader aynı olayda başka noktalara bakarak, zulme maruz kalanların gizli hatalarına binaen zalimler eliyle onlara ceza vererek adalet ettiğini ifade etmektedir. (Kastamonu Lâhikası, yeni tanzim, s. 384.)
ECDADIMIZ OSMANLILAR DAHA BETER ZULÜM YAŞADILAR
Suriye’nin günümüzde yaşadığı felâketin belki de daha dehşetlisini, ecdadımız olan Osmanlılar 1. Dünya Savaşı’nda yaşamışlardı. Bugünün selefleri olan o zamanki zalim küresel güçler, aç canavarlar gibi Osmanlı’ya saldırarak katliâmlar yapmışlar, topraklarını aralarında paylaşmışlardı. O savaşta devletin şehirleri yıkılmış, ecdadımız milyonlarca şehit vermişti.
Üstad Bediüzzaman’a 1919-20 yıllarında, yakazada (uyku ile uyanıklık arası bir halde) sadık bir rüyada, “Hangi fiilinizle kadere fetva verdiniz ki, şu musîbetle (1. Dünya Savaşı felâketi ile) hükmetti?” diye sorulmuş. O da, namaz, oruç ve zekât olan İslâm’ın üç rüknünde ihmalkârlık gösterildiğini; Cenâb-ı Hak bizden 24 saatten bir saatini namaza ayırmamızı istediğini, biz ise nefsimize uyarak bunu yapmadığımızı, O da bu ihmalkârlığının cezası olarak savaş süresince, cepheden cepheye koşturarak bize zorla namaz kıldırdığını, senede bir ay, çok faydalı bir oruç istediğini, biz ise nefsimize acıyarak onu tutmadığımız için kefaret olarak bize beş yıl oruç tutturduğunu, ondan, kırktan birini ihsan ettiği maldan zekât olarak istediğini, cimrilik yaparak bunu yerine getirmediğimiz için birikmiş zekâtını toptan aldığını ifade eder. (Sünûhat, s. 154-155.)
ZULÜMDEN KURTULUŞ İÇİN HATALARIN TELÂFİSİ LÂZIMDIR
Bir hadiste, “Zalim Allah’ın yeryüzündeki kılıcıdır, onunla intikam alır. Sonra döner ondan intikam alır.” (Keşfu’l-Hafa, 2/64) buyrulur. Cenâb-ı Hak müsaade etmeseydi, gaddar zalimler İslâm ülkelerinde bu zulmü yapamazlardı. Allah, mutlak âdil olduğuna göre, biz Müslümanları, gizli günahlarımızdan dolayı bu zalimler eliyle terbiye etmektedir. Zalimler er veya geç cezalarını, mazlûmlar da mükâfatlarını İlâhî Kaderden alacakları kesindir. Ancak mazlûmlar maruz kaldıkları zulümden ders ve ibret almaları, hatalarını telâfi etmeleri gerekmektedir.
Müslümanların vaki zulümden çıkarmaları gereken dersler; hata ve kusurları tesbit edip telâfi etmek, gevşekliği bırakıp Cenâb-ı Hakk’a tövbe istiğfarda bulunmak, iman, ahlâk ve fazilette örnek insanlar, iman ve amel-i salih sahibi dürüst Müslümanlar olmaya çalışmaktır. Böyle olmaları durumunda, Allah’ın yardımı acilen onlara gelerek üzerlerinden zulmün kalkacağından asla şüphe yoktur.