Bir düşünelim.
İnsan, hayvan gibi değildir. Hayatın bütün organizmasıyla ilgilidir. Yani eviyle, annesi ve babasıyla alâkadardır. Arkadaşları, akrabaları ve çevresiyle münasebeti vardır.
Yani toplum hayatıyla da ciddî ilgisi vardır.
Vücuduna lâzım olan, midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki sonsuzluğu uzanan ihtiyacını da temin etmeye mecburdur.
Çünkü yaradılış itibariyle sonsuz arzuları vardır. Ebedî saadetten başka hiçbir şey insan ruhunu asla tatmin etmez. Edemez.
Meselâ bize sorulsa:
- Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilse, sonra da yok olup bir hiç olacaksın…
Veya şöyle sorulsa:
- Az bir hayat yaşayacaksın. Sıkıntılı ve eza çekeceksin, ama karşılığında uzun ve sonsuz bir hayat sana verilecek… Hangisini tercih edersin?
Yaradılış itibariyle nefsimiz bile “Cehennem de olsa, sonsuzluk isterim” diyecek.
Çünkü Dünya hayatı ve lezzetleri insanı tatmin etmiyor. Sonsuzluğa yaratılış itibariyle isteklidir.
Bu yüzden yaşadığımız her anı, ahirete yönelik çalışmamız ve ebedî hayatı kazanmamız gerekiyor.