"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ölümü anlamlandırmak

İrfan Süleymanoğlu
13 Mayıs 2017, Cumartesi
Ölüm öldürülmüyor, kabir kapısı kapanmıyor.” Ebedî değil hayat; ömür, gün geliyor, tükeniveriyor. Belirlenmiş bir ömrü var her varlığın; tükenme yolunda.

Ölüm ve hayat… Çok şeyler söylenmekte hakkında… Nedir, ne değildir anlamında… Hayat varsa bir insanın bahtında; yeri var kabrin tahtında (altında, içinde). Ölüm Allah’ın emri; ayrılık var sevdiklerinden insanın başında. Yaşadıkları bir hatıra olarak kalmamalı mezar taşında…

Soğuk karşılamış hep, insan tecrübe edemediği ölümü. Tecrübe edenlerden ise bir haber yok. Her insan kendince iliklerine kadar algılarken bu soğukluğu; diğer şuurlu zihayatın algıları muamma. Şuursuz zihayat ve camidat (cansızlar) ise belki de bu soğukluğu faaliyetlerindeki lezzetle telâfi etmekte.

İnsan ölüm karşısında tedirgin… Endişeli… Tepelerin arkasını, uzakları şu gözleriyle göremediği gibi kilometre taşı gibi duran mezar taşının ilerisini de göremiyor… Maddî göz maneviyatta geçerliliğini yitirdiğinden kabrin uzağını göremediği gibi dünyanın tuzağını da fark edemiyor çoğunlukla… Aklı gözündeki şu devir insanı ise ya merakın zirvesiyle ya da vurdumduymazlığın zırvasıyla çaresiz kalıyor yalnızlığında. 

Görüneni en iyi gören ve mahareti gördüklerinde zanneden, fakat basireti bağlı olan birine; “İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder…” denildiğinde; manevî bir katarakt ameliyatının ilk neşteri ile karşılaşmış gibi oluyor; göremediği ve algılamakta zorlandığı ‘ileri görüşü’ keşfetme yolunda. Evet bu ameliyat fıtratına uygun manevî gözlüklerle de desteklendiğinde net bir  fayda sağlanacaktır elbette.

İnsan madem yolcu; yolcu yolunda gerek… Amma nereye gittiğini bilen bir yolcu olmakla, sürüklenircesine gitmek arasındaki farkı söylemeye gerek yok. O halde yolunu, yordamını; zararını, faydasını; durağını, istasyonunu; varacağı şehrini, kalacağı yerini; varılacak Cennet mekânı, yanlış mekânların ateşine karşı alınacak tedbiri… Evet, hepsini iyi öğrenmesi gerekiyor.

O halde sermayesi hayat cihetiyle “çabuk söner bir şu’le ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik ve mevcudiyetten çabuk çürür bir cisim” olan insan; saniyede yaklaşık otuz kilometre hızla haşre yaklaşan dünyanın bir oyun ve oyalanma olduğunun şuurunda ise; çaresi bulunmayan, ‘ölüm’ adlı değişim karşısında aklını başına alacak, cezaa (ağlayıp, sızlayıp, telâş göstermek) sarılmayacak ve onu anlamlandırmaya bakacaktır.

 “Ölüm insan-ı mü’mini, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana, huzur-u Rahman’a götüren bir musahhar at ve burak.”  ya da bir terhis’ ise…

Kabir bir istasyon, tarik-i berzahiyenin ağzı, bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısı, rahmet kapısı, âlem-i ahirete açılmış bir kapı ise…

Münker, Nekir’ Kabri yadırgatmayacak İki mübarek ve munis arkadaş ise…

Haşir beşerin her bir ferdinin aynıyla cismiyle, ismiyle, resmiyle diriltilip orada  bulunacağı ve aynı zamanda hikmet, rahmet, hıfz ve adaletin tecelli edeceği bir platform, toplanma ve duruşma yeri ise…

“Haşrin sıkıntısı, Livâ-ül hamd-i Muhammedî (asm) altına girmeyen mü’min yoktur” müjdesiyle aşılıyor ise…

Namaz Sırat’ta nur ve burak ise…

Mü’minin felâhı (kurtuluşu) , rıza, Cennet mekân ve rü’yette olacaktır elbette…

İşte anlamını bulmuştur böylece ölüm... 

Bunun zıddı ise, mânâ ve mahareti gördüklerinde zanneden basiretsiz insanın, bir türlü anlamlandıramadığı ölüm karşısındaki çaresizlik, korku ve endişesinin zulümatında, dehşetli ruhî karanlıklarında boğulmak olacaktır.

Evet! İnsan bir yolcudur. “Her iki hayatın levazımatı, Malikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levazımattan lâakal onda biri dünyevî hayata dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir…” Çünkü Kemalat-ı kâinatın en yüksek mertebesi olan, hayat şeklindeki tezahürüyle ‘Hay’ ism-i şerifi cilvelenirken kâinatta; mevcudat kemalatın cemalini aksettiriyorlar simalarında. Oysa cemalin kemali ise devamında. Bunu böyle bilmesi gerekiyor insanın her anında.

Ne kadar detaylı tanınıp öğrenilirse yol ve menzil, anlaşılan odur ki, tepelerin arkası, bilinmeyen ülkeler ve oradaki Cennet mekânlar da o kadar anlam kazanıyor zihinlerde. Berrak zihinler kalplere tesir ediyor ve gayb âlemleri aydınlanıyor. Kabir, haşir, sırat ve ötesi ebediyet… Korkular, endişeler, tedirginlikler teker teker siliniyor ve nuranî bir iç huzuruyla manevî bir Cenneti, bu makamda öğrendikleri kadar yaşıyor insan, muhteşem yolculuğunda.

Okunma Sayısı: 2176
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı