"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sarı Çiçek

İrfan Süleymanoğlu
07 Mayıs 2017, Pazar
Sarı çiçeği kopartıp, annesine “Anne bak!” diye ünleyerek götürdüğünde, sanki annesinin o zamana kadar hiç o çiçekten görmediğini düşünmüştü; içindeki çocukluk duygusunun saikiyle; kendisinin yeni muhatap olduğu bir şeyin başkalarınca henüz bilinmediği zehabına kapılanların davranışıyla.

Annesi sarı çiçeği küçük oğlunun elinden alırken, “Aman ne güzel yaratmış Allah; afferin benim oğluma, bana çiçek getirmiş.” demişti. O bahçe, o çiçek, o an misal âlemindeki görüntüsünün izdüşümü olarak yer etmişti çocuk zihninde. Sarı çiçekle ilk tanışması, ‘yaratma’ ve “Allah” kelimeleriyle ebedileşmişti. “Allah sarı çiçeği yaratmışsa yanındaki mor çiçeği de turuncuyu da, kırmızıyı da yaratmıştır’ diye yansımıştı küçük dünyasına.

“Sordum sarı çiçeğe,

Annen baban var mıdır?

Çiçek eydür Derviş Baba,

Annem babam topraktır.”

Çocukluk günlerinde bu ilâhiyi duyduğunda ise birkaç yıl önceki annesine verdiği sarı çiçeği hatırlardı hep. 

“Sordum sarı çiçeğe 

Bacı kardeş var mıdır?

Çiçek eydür Derviş Baba 

Bacı kardeş yapraktır…”

Zihninde canlandıramasa da “Allah’ın yarattığı o sarı çiçeğin annesi toprak, kardeşleri yaprakmış demek ki” diye düşünmüştü ilk duyduğunda. 

Sonraları saksıda, bahçede, kırda, parkta, çiçekçideki sarı çiçekler; hatta sun’î bir çok sarı çiçek hayatına girdi. Hemen tamamında ilk sarı çiçeği hatırladı; sarı çiçek ilâhisini mırıldandı hep. Diğer renklerdeki çiçeklerin sarı halini düşündüğü oldu zaman zaman. 

Gençlik yıllarında çiçeğin insanlar tarafından sevdiklerine verildiğini, bunun da bir usûlü olduğunu, renklerin ve çeşitli çiçeklerin verilen kişilere göre mânalar ifade ettiğini öğrendi. Çiçekçiden “sarı lâleler” alan birisinin konu edildiği şarkı bile dikkatini çekmişti. Heyecanlandı, araştırdı. Sarı çiçeklerin anlamlarını öğrenmeye daha bir gayret gösterdi. Çiçeklere arıların ve kelebeklerin konuşunu seyretti. Arılar ve kelebekler renk ayırt etmeden her çiçeğe konuyordu.  Hatta bülbülün güle aşkını bile öğrendi. Acaba bülbül sarı güle de aşık mıydı? Yoksa  favorisi kırmızı gül müydü?..

Edebî bir çok eserde çiçeklerle ilgili mânalar çıktı karşısına; zaman ilerledikçe ilgisi arttı. Okuduğu kitaplarda çiçeği bol olanlar ruhunu okşadı hep. Her ne kadar sarı çiçekler ilgisini çekmiş olsa da hayalden hakikate geçmesine okuduğu kitaplardan kırmızıları sebep oldu. Hakikî mânâları izah sadedinde diyordu ki müellif: “Bir bahar mevsiminde, garibane, mütefekkirane seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken, parlak bir sarı çiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarı çiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mana kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise; elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, onun mühürleridir, sikkeleridir…” (Otuz Üçüncü Söz, Yirmidokuzuncu Pencere).

Ertesi gün bisikletiyle bahçeye giderken baharın ve sabahın bütün haşmetiyle canlandığı kırlardan geçiyordu. Sanki kulaklarına: “Gel bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstüne dikkat et. Her birisinde o gizli zattan haber veren işler var. Adeta her biri birer turra, birer sikke gibi, o gaybi zattan haber veriyorlar. İşte gözünün önünde, bak; bir dirhem pamuktan …nasıl çuhadan daha güzel dokunmuş yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler… yapıyor. Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı…” (Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam) sözleri esen sabah rüzgârı tarafından getirilmişçesine baharın çiçekleri sayısınca manalar ifade ediyor gibi geldi ruhuna.

Orta yaşın ortalarında bir sabah, namazdan sonra camiden eve dönüyordu. Sarı çiçek bu kez son bahar başlarında çıktı karşısına; yolun kenarındaki bahçe duvarının dibinde; annesine verdiği çiçeği hatırlatma görevini devralan bir görevli edasıyla. Esen sabah rüzgârıyla belli belirsiz çıkardığı sesle “Selâmün aleyküm” dedi sanki. “Ve aleyküm selâââm” diyerek selâmı aldı seslice. Bu kez annesine verdiği çiçekle tepeciğin kenarındaki çiçekleri de hatırladı. Aynen birkaç yıl önce trenle yaptığı bir seyahatte başka bir tepeciğin eteğinde gördüğü sarı çiçeklerle birlikte. ‘Evet bir mühür! Oku mühürlenmiş bu mektubu!’ dedi kendine.

Eve geldi ve sabah dersini okumaya başladı: “Yeryüzünün tarlasında nebatatın her bir taifesi, lisan-ı hal ve istidat diliyle Fatır-ı Hâkim’den sual ediyorlar, duâ ediyorlar ki: Ya Rabbena! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün her bir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle  saltanat-ı rububiyetini lisanımızla ilân edelim ve ruy-i arz mescidinin her bir köşesinde Sana ibadet etmek için bize tevfik ver ve meşhergâh-ı arzın her bir tarafında Senin Esma-i Hüsnanın nakışlarını, Senin bedi ve antika san’atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahata iktidar ver, derler. Fatır-ı Hâkim onların manevî duâlarını kabul edip ki, bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir; her tarafa uçup gidiyorlar. Taifeleri namına esma-i İlâhiyeyi okutturuyorlar. Ekser dikenli nebatat ve bir kısım sarı çiçeklerin tohumları gibi.” (Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal). Evet biraz önce kendisini selâmlayan sarı çiçek gibi. ‘İşte bir tevafuk; demek böyle okunuyormuş o mühürlü mektup’ dedi. Başını kitaptan kaldırıp ufuktan yeni yükselmeye başlayan güneşi uzun uzun seyretti. ‘Bir sarı çiçek de bu güneşti; kâinat mektubunun sahibini dünyadaki şuurlu sakinlerine gösteren bir mühür, bir sikke idi işte…

Çiçeklerle dostluk, bir de sarı olursa ne güzeldi. Mânâlar çiçeklerle ve böceklerle  genişliyordu meğer. Fark çiçek ve böcek detaylarında gizliydi belki de. Allah’ın yarattığı her mevcut bir çiçekti sanki; Esma boyasıyla boyanmış…

 İhtiyarlığın başlangıcında bir akşam dersinde, okunan dersi dinlerken yanındaki saksıda açmış olan sarı çiçek gülümsedi ona; göz kırptı. Annesine verdiği sarı çiçeği hatırladı yine. Dersi okuyanın dilinden, “Kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki!” cümlesiyle sarsıldı. “Zaten bakıyorum şu tevafuka bak.” diye düşündü; dikkat kesildi: “Kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar, derakap fena perdesine saklanır. Çünkü vazifesi olan ifade-i mana bittikten sonra kendisi gider, fakat onu gören her şeyin hafızasında zahiri suretini ve her bir tohumunda manevî mahiyetini bırakıp öyle gidiyor.” Annesine verdiği sarı çiçek ve ondan sonraki birçoğu aynen anlatıldığı gibi hâlâ hafızasındaydı ve sanki okunan ders onlardan bahsediyordu. Şu anda saksıdaki çiçek de onların safına katılmıştı; bu sefer bambaşka bir mana ile. 

“Güya her hafıza ile her tohum; hıfz-ı zîneti için birer fotoğraf ve devam-ı bekası için birer menzildirler. En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise, en yüksek tabaka-i hayatta ve ervah-ı bakiye sahibi olan insan; ne kadar beka ile alâkadar olduğu anlaşılır.” 

Aman Allah’ım görüyor musun şu çiçeği? Ne manalar yüklüymüş. Ve neler ifade ediyormuş. Sanki çiçeğe bakarken gözlerime bir yakın bir uzak gözlüğü takılmış gibiyim. Her şey bir sarı çiçekten ne kadar net görünüyor. Bu gözlüklerden bir çok kişi habersiz, akıl ve kalp gözlüğü.’

 “Çiçekli ve meyveli koca nebatatın bir parça ruha benzeyen her birinin kanun-u teşekkülatı, timsal-i sureti; zerrecikler gibi tohumlarda kemal-i intizamla, dağdağalı inkılâblar içinde ibka ve muhafaza edilmesiyle, gayet cemiyetli ve yüksek bir mahiyete malik haricî bir vücut giydirilmiş, zişuur, nuranî bir kanun-u emri olan ruh-u beşer ne derece beka ile merbut ve alâkadar olduğu anlaşılır.” (Onuncu Söz, Altıncı Hakikat). 

Evet sarı çiçek bu kez Ahiret Âlemlerine ve ebedî çiçek bahçelerine kapı açmıştı. Beka ile merbut ve alâkadar ruhunu o bahçelerin müstakbel süruruyla okşamaktaydı. 

Bir sarı çiçekte gizli o hakikati göremeyen ve görmemekte direnenler; sarı çiçek mührüyle mühürlenmiş tepecikleri okuyamayanlar, onun haber verdiği gaybi zatı tanımamakta inat edenler, şu manayı nasıl anlasınlardı? Bunun moru, kırmızısı, lilası da vardı. Bunun börtü böceği de vardı. Bunun Yıldızı, ayı güneşi de vardı. Bunun İnsanı da vardı… Bunun kâinatın Levlake levlaki olan Resulullah’ı da (asm) vardı… Evet, sarı çiçekle olan fikrî yolculuk devam ediyordu… Ediyordu, yanında kâinatın mevcudatı ile, aralarına onu da alarak…

Annesinin kabrini ziyaret etti bir bayram sabahı; iyiden iyiye ihtiyarlamıştı, kabrin başında durdu bastonuna dayanarak. Fatiha gönderdi ruhuna. Başucundaki mezar taşının dibindeki sarı çiçeği gördü. Çocukluğunda annesine verdiği sarı kır çiçeğiydi bu, hem de aynısı. Yere çöktü; bu kez annesi aynı sarı çiçeği gaybî âleminden, belki de Cennetten yüklediği bir mâna ile veriyor gibi geldi ona. 

Mezar taşı annesinin eli gibi gözüktü. Annesinin eliyle birlikte sarı çiçeği okşadı, “Allah’u Ekber” nidası çıktı ağzından. “Aman ne güzel yaratmış Allah, afferin oğluma’’ diyordu annesi. O da annesine “Evet anne.” dedi. “Elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, onun mühürleridir, sikkeleridir.” diye ilâve etti. “Her hafıza ile her tohum; hıfz-ı zineti için birer fotoğraf ve devam-ı bekası için birer menzildirler. En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise, en yüksek tabaka-i hayatta ve ervah-ı bakiye sahibi olan insan; ne kadar beka ile alâkadar olduğu anlaşılır.” diye de devam etti. ‘Şimdi seni alâkadar olduğun beka âlemlerinde, sürur içinde görüyorum’ dedi. Gözlerinden süzülen iki damla yaş, çökmüş olduğu yerden eğilerek okşadığı sarı çiçeğin üzerine düştü, bir şebnem gibi parlamaya başladı. Sanki birinde tevhid, diğerinde ahiret lem’alarının cilveleri yansıyordu; sarı çiçek zemininde… ‘Anne sen de bir Cennet çiçeğisin’ dedi son olarak.

Okunma Sayısı: 5381
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı