"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mekke'de olsam da buraya gelirdim

İsmail AKSARAYLI
06 Ekim 2016, Perşembe 18:10
Üstad: “İmanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü en ziyade burada ihtiyaç var.”

GİRİŞ

Bediüzzaman Said Nursî (1877-1960) kimdir, nasıl bir kişiliğe sahiptir, hayatında, kimlerle mücahede etmiş, neler yapmıştır; nasıl ve neye karşı mücadele vermiştir, şeklindeki soruların cevapları onun şahsiyetini ve bu şahsiyetin mânevî yönünü gösterir.

İslâm, Kur’ân, vatan ve millet uğrundaki mücahedesi; îmân hakikatlerini anlatmak için yazdığı Risale-i Nur eserleri ve bunların yayılması için verdiği mücadele, bu yolda muhatap olduğu sürgün, zulüm, işkence, hapis, tecrid-i mutlaklar, zehirlenmeler ve bunlar karşısındaki söz, tavır ve müdafaaları Said Nursî’nin, nasıl bir kişiliğe sahip olduğu hakkında bize bir fikir verir; onun manevî şahsiyeti, Risale-i Nur Külliyatı, Külliyat içindeki Tarihçe-i Hayat, Lâhika Mektupları ve Mahkeme Müda-faaları incelenince daha geniş bir şekilde görünür.

Said Nursî’nin hayatında onun şahsiyetini yansıtan başlıca iki devre vardır: 1. Eski Said Devresi, 2. Yeni Said Devresi. Bir de kendisinin “Üçüncü Bir Said” diye adlandırdığı, Yeni Said devrinin devamı  mahiyetinde olan ve yazımı tamamlanan Risale-i Nurların resmen serbestiyeti ve onların Türkiye, İslâm âlemi ve bütün dünyada yayılması ve tanıtılması ile meşgul olduğu Afyon hapsinden sonraki dönem.

Eski Said Devresi’nde; tahsil hayatı, Vali Hasan Paşa’nın dâveti üzerine Van’da tedris ve irşatla meşul olması (1897-1907), Diyarbakır, Van ve Bitlis’e üniversite kurulmasını temin maksadıyla İstanbul’a gelişi (1907), I. Dünya Harbi’ne gönüllü Alay Komutanı olarak katılması, Ruslara esir düşmesi ve Rusya esareti (1915-1918), İstanbul’da Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azalığına tayini (18 Ağustos 1918), İstanbul’u işgal eden İngilizlerle mücadelesi (1919-1922), Ankara’ya ve Meclis’e dâvet edilmesi ve gitmesi (9 Kasım 1922), Ankara’dan (17 Nisan 1923) Van’a gidip ahiret ehli Yeni Said olarak dünyadan yüz çevirip inzivaya çekilmesi;

Yeni Said Devresi’nde; Van’da inzivada iken Şeyh Said İsyanı’na katılmadığı ve engellemeye çalıştığı halde Batı’ya sürgüne gönderilip (1925), Risale-i Nurların telifine başladığı ve Isparta’nın Barla nahiyesinde mecburi ikamete tabi tutulduğu (1927) tarihten 23 Mart 1960’ta vefatına kadar geçen zamanı içine alır. Bu devrede imha planlarıyla yargılandığı Eskişehir (1935-1936), Denizli (1943-1944) ve Afyon Ağır Ceza Mahkemeleri, hapisleri ve hücre hapisleri (1948-1949); Eskişehir hapsinden sonra Kastamonu sürgünü (1936 – 1943), Denizli hapsinden sonra Emirdağ sürgünü (1944-1948), Afyon hapsinden sonra tekrar Emirdağ sürgünü (1949 – 1951), İstanbul Gençlik Rehberi Mahkemesi (1952), Isparta hayatı (1953-1960) yer alır.

Bu devrelerde iki kelime, iki sıfat öne çıkar: Eski Said döneminde “Bediüzzaman”, Yeni Said döneminde “Risale-i Nur Müellifi”; Osmanlı Devleti zamanında Bediüzzaman, Osmanlı Devleti’nden sonra Risale-i Nur Müellifi Said Nursî.

“Bediüzzaman” -zamanında eşsiz, diğerlerine benzemeyen- sıfatı, onun unvanıdır. Bu unvan, ona ilmindeki üstünlüğü, düşünce ve hareketlerindeki farklılığından dolayı genç yaşında Van’da verilmiş ve bu unvanla şöhret bulmuştur. Risale-i Nurlar ile özdeşleşmesi Yeni Said dönemindedir.

Said Nursî, ‘Bediüzzaman’ unvanı ve ‘Risale-i Nur’ için şunları söyler:

Bediüzzaman ismine benim için medar-ı fahr ve gurur olacak bir liyakatım ve hakkım olmadığını yeminle itiraf ediyorum. Ben çekirdek gibi çürüdüm ve kurudum. Bütün kıymet ve hayat ve şeref o çekirdekten çıkan şecere-i Risâle-i Nur’a [Risâle-i Nur ağacına], Kur’ân’ın mânevî mucizesine, geçmiş biliyorum. Bütün kıymet, Risâle-i Nur’dadır. Hattâ eskiden beri taşıdığım Bediüzzaman ismi onun imiş, yine ona iade edildi.

Risâle-i Nur ise, Kur’ân-ı Hakîm’in manası ve hakikatli tefsiridir.1 Ben de bu ders-i Kur’âniyede sizin bir ders arkadaşınızım, en ziyade muhtaç olduğumdan bu kudsî hakikatler en evvel bana ihsan edilmiştir. Ben makam sahibi değilim. Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum2. Kardeşlerim, sizi bütün bütün kaçırmamak için nefsimin gizli çok kusurlarını söylemiyorum.”, diyerek kendisine yapılan medihleri ve hürmetleri reddetmiş. Ve hayatının gayesini yalnız iman hakikatlerine hizmet bilmiş. Dünyevî bütün menfaatleri o hizmeti uğrunda feda etmiştir. 3

Bizim burada Said Nursî’yi tanıtmak için aktardıklarımız, Risale-i Nur şahs-ı manevisinin, imana hizmet mesleğinde, Kur’ân ve îmân hakikatleri yolunda mücahede ve mücadelenin cisimleşmiş örnekleridir.

ESKİ SAİD DEVRİNDE SAİD NURSÎ

Bediüzzaman Said Nursî, hayatı ve eserlerinin şehâdetiyle II. Abdülhamid’e Yıldız Sarayı’nın, turist ve zebânilerin yeri değil; üniversite, ilim yuvası olması gerektiğini söyleyen4 ve makalelerinde tavsiyelerde bulunan; onun maaş ve ihsan teklifini reddedip şahsî menfaatini terk eden; ona boyun eğmeyen,5 divâne olduğu iddia edilen6 ve Padişah’ın emriyle ve geçici cinnet isnadıyla tımarhâneye sevk edilen,7 onların cinnet ithamına karşı: “Sizin akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık biliyorum; o çeşit akıldan istifa ediyorum.”,8 diyen bir adam.

Otuz Bir Mart hadisesinde [31 Mart 1909] Bab-ı Seraskerî’de [Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığı kapısında] Şeyhülislâm ve ulemâyı dinlemeyen sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve bir makaleyle binler insanı İttihad-ı Muhammediye Cemiyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Camii’nde elli bin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bir adam.9

GÜNDE ON BEŞ ADAM ASILDIĞI BİR ZAMANDA

31 Mart’ın Divan-ı Harb-i Örfi’sinde [Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde], aynı günde on beş adam asıldığı bir zamanda, mahkemedeki paşaların: “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin.” diye suallerine karşı, idama beş para kıymet vermeyip cevaben:

-Eğer meşrûtiyet bir fırkanın –partinin- istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeğe hazırım, diyen ve idamını beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmeyerek; “Zalimler için yaşasın Cehennem.”, diye Beyazıt’tan Sultan Ahmet’e kadar haykırarak giden bir adam.

“AMAN GERİ ÇEKİLSİN!”

I. Dünya Harbi’ne gönüllü alay kumandanı olarak katılıp,10 Rusların, üç tümen ile Bitlis’e hücum ettiklerinde, gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek ateş hattında dolaşan, bunu işiten Kumandan ve Vali’nin: “Aman geri çekilsin veya sipere otursun!” demelerine: -Bu gâvurun güllesi beni öldürmeyecek, diyen ve ateş hattında Rus’un üç güllesi öldürecek yerine isabet ettiği halde o tehlikeli vaziyette sipere oturmağa tenezzül etmeyen11 bir adam.

“SANA KIYAM ETMEM!”

Esarette Rus Başkumandanı kasden önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan ve ona “İmanlı bir kimse, Cenâb-ı Hakk’ı tanımayan bir adamdan üstündür. Binâenaleyh ben sana kıyam etmem”, diyen ve idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmeyen ve divân-ı harbe verilip idamına karar verilen, özür dilemesini isteyenlere:

-Bunların idam kararı, benim ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir, diyen ve idam kararına hiç ehemmiyet vermeyen, Rus Başkumandanı, idam mangası geldiğinde, dini vazifesini ifadan sonra atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini söyleyen ve namazını edâ ederken, Başkumandan gelerek, kendisinden: “O hareketinizin, mukaddesâtınıza olan bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz.”, diyerek özür dilenen, verilen idam hükmü geri alınan bir adam12

“BUNUN VÜCUDUNU KALDIRMALIYIZ”

Esaret dönüşünde “Dârü’l Hikmet âzası iken, Seyyid Sadettin Paşa’nın:

-Kat’î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız.” diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et, demesine:

-Tevekkeltü Alallah, ecel birdir, tegayyür etmez,13 diye cevap veren bir adam.

“TÜKÜRÜN O EHL-İ ZULMÜN MERHAMETSİZ YÜZÜNE!”

I. Dünya Harbi’nden sonra “İstanbul’u istilâ edip Boğaz’ın toplarını da tahrip eden İngilizlerin başkumandanının idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen, “Hutuvat-ı Sitte” eserini neşretmek ile o kumandanın dehşetli planını kıran, cebbar İngiliz hükümetiyle mücadele eden bir adam.14

‘Amansız İslâm düşmanı, siyasî bir dessas’ diye nitelediği İngiliz devletinin en büyük dini dairesi Anglikan Kilisesi Başpapazı’nın; ‘kendini yüksekte göstermek, hem inkâr sûretinde, hem de Boğazımızı pençesiyle sıktığı elîm bir zamanda’15 Meşihat-ı İslâmiye’den [Din İşleri Dairesi’nden] altı yüz kelimeyle cevap verilmesini istediği suallerine:

“Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hattâ bir kelimeyle dahi değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünki, o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını Boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrûrâne üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!” diye cevap veren bir adam.16

“ANKARA’YA KAÇMAYAN”

İngilizlere karşı mücahedesi üzerine ‘Ankara reisleri İstanbul’daki hizmetleri için onu çağırdıkları halde ‘Ankara’ya kaçmayan’ onlara:

-Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade, burayı daha tehlikeli görüyorum, diye cevap veren bir adam.

Ankara reisleri üç defa, Mustafa Kemal de iki defa şifre ile ısrarla çağırması üzerine Ankara’ya giden ve Meclis’te alkışlarla karşılanan, milletvekillerinde dine karşı gördüğü lâkaytlık ve Batılılaşmak bahanesi altında, İslâmiyetten bir soğukluk görmesi üzerine, onları ibadete, bilhassa namaza devamlarının lüzum ve ehemmiyetine dair bir beyanname neşreden ve vekillere dağıtan, Kâzım Karabekir’in de Mustafa Kemal’e okuduğu bu beyanname sebebiyle Meclis Başkanlığı’nda elli-altmış vekil içinde Mustafa Kemal’in hiddetle:

-Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilâf verdin, demesine karşı:

-İmandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.” diye kırk-elli vekilin huzurunda söyleyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran ve Mustafa Kemal’in: Vekillik, hem Dâr-ül Hikmet’teki eski vazifesini, hem şarkta Şeyh Sünusî’nin yerine üç yüz lira maaşla, vaiz-i umumî, hem bir köşk tahsisi gibi tekliflerini kabul etmeyip Van’a giden [1923] ve orada cemiyet hayatından çekilerek bir mağaracıkta inziva hayatı sürdüren bir adam.17

***

RİSÂLE-İ NUR DEVRİNDE SAİD NURSÎ

“BU MİLLETE KILIÇ ÇEKİLMEZ.”

Ankara’dan Van’a döndükten sonra inzivada iken: “Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir.” diyerek kendisinden yardım isteyen Şeyh Said’e: “Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılıç çekilmez, siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşat ve tenvir edilmelidir!”, diye cevap gönderen ve isyana katılma-yan bir adam.18

“BEN ANADOLU’YU İSTİYORUM.”

Bediüzzaman, Şeyh Said İsyanı’ndan sonra isyana katılmadığı halde hükümet tarafından sebepsiz olarak Batı Anadolu’ya sürgüne gönderilmeye karar verilen, Van’dan sürgüne götürülürken [Şubat 1925], yollara dökülen silâhlı gruplar, ahâli, Van’ın ileri gelenleri:

-Aman efendi hazretleri bizi bırakıp gitme. Müsaade buyur sizi göndermeyelim, arzu ederseniz Arabistan’a götürelim, diye yalvarmalarına rağmen:

-Ben Anadolu’ya gideceğim, onları istiyorum, diyerek onları sakinleştiren ve Türkiye’den ayrılmayan bir adam.19

‘MEKKE’DE OLSAM DA BURAYA GELMEK LÂZIMDI.”

Aynı şekilde Denizli hapsinden sonra Emirdağ sürgününde: “İmanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin îmânına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim, diyen bir adam.20

“SENİN VÜCUDUNU BU DÜNYADA İSTEMİYORUZ.”

Said Nursî, bir gece içinde, yüz yirmi talebesi ile kamyonlarla doldurulup elleri kelepçeli halde sürgünde bulunduğu Isparta’dan Eskişehir Hapishanesi’ne götürülür [1935] ve tam bir mutlak tecrit –tek başına hapis- içine alınır. ve “Gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor, dini siyasete âlet edip, asayişi ihlâle teşebbüse niyet ediyor.”21 iddialarıyla, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde dâvâ açılır [1935].

Mahkeme Müdafası’nda: “Eğer bu işkenceli tevkifim –tutuklanmam-, yalnız dünya hayatıma ve şahsıma ait olsa idi; emin olunuz ki on seneden beri sessiz kaldığı gibi yine sessiz kalacaktım. Fakat tevkifim, çokların ebedî hayatlarına ve (...) Risale-i Nur’a ait olduğundan, yüz başım olsa ve her gün biri kesilse, bu sırr-ı azimden vaz geçmeyeceğim.

Madem ve her halde, manen ve maddeten beni idam etmeye niyet etmiştiniz, neden umum mazlûmların ve biçarelerin hukuklarını muhafaza eden adliyenin çok ehemmiyetli haysiyetini rahnedar edecek -yaralayacak- entrikalarla, dolaplarla adliyenin eliyle yürüdünüz? Doğrudan doğruya karşımda merdane çıkıp, “Senin vücudunu bu dünyada istemiyoruz.”, demeli idiniz.22

Harpteki mücâhedesi takdirle yâdedilen bir adam dünyaya karışsaydı ve karışmaya arzusu olsaydı ve hizmet-i kudsiyesi müsaade etseydi, Menemen Hâdisesinin ve Şeyh Said Vâkıâsının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. Dünyaya işittirecek bir top sadası, bir sinek sadasına inmeyecekti.

Böyle âdi bir beygir hırsızı veyahut kız kaçırıcı ve bir yankesici gibi en aşağı bir cinayetle kendini bulaştırıp, ilmî izzetini ve kudsî hizmetini ve kıymettar binler dostlarını rezil edip sukut edemez ki siz onu bir senelik ceza ile mahkûm edip, âdi bir keçi, koyun hırsızı gibi muamele edesiniz. (...)

Ya benim idamımı ve yüz bir sene cezayı istilzam edecek [gerektirecek] kusurumu kanun dairesinde gösteriniz; veyahut bütün bütün divane olduğumu ispat ediniz veyahut benim ve Risalelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip, zarar ve ziyanımızı sebep olanlardan alınız.”,23 diye haykıran bir adam.

DEVAM EDECEK

DİPNOTLAR:

1- Şuâlar, s. 624; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 74, 129; Şuâlar, s. 623; Mektubat, s. 499-129. 2- Mektubat, s. 366. 3- Emirdağ Lâhikası II, ‘1952’de İstanbul’da Görülen Gençlik Rehberi Mahkemesine, Ehl-İ Vukufa Cevab. 4- Tarihçe-i Hayat, s. 60. 5- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 29 – 30. 6- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 79. 7- Şuâlar, s. 343. 8- Mahkeme Müdafaaları, s. 86. 9- Mahkeme Müdafaları, s. 200, 365-366. 10- Mahkeme Müdafaaları, s. 375. 11- Emirdağ Lâhikası, s. 390; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.  149; Tarihçe-i Hayat, s. 107. 12- Şuâlar, s. 402, 403-404; Tarihçe-i Hayat, s. 108 -109. 13- Emirdağ Lâhikası, s. 177-178. 14- Mektubat, s. 447; Emirdağ Lâhikası, s. 502. 15- Sözler, s. 793. 16- Tarihçe-i Hayat, s. 130; Emirdağ Lâhikası, s. 502. 17- Tarihçe-i Hayat, s. 140; Siracünnur, s. 172. 18- Tarihçe-i Hayat, s. 141. 19- Tarihçe-i Hayat, s. 141; Mektubat, s. 79. 20- Emirdağ Lâhikası, s. 179. 21- Tarihçe-i Hayat, s. 197. 22- Tarihçe-i Hayat, s. 200. 23- Tarihçe-i Hayat, s. 235-242.  

Okunma Sayısı: 7870
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Aziz

    7.10.2016 16:02:57

    İşte bu bizim Üstâdımız.Rabbim bizleri Şefaatinden mahrum eylemesin.

  • Yunus Nadi LİM

    7.10.2016 14:47:08

    Allah razı olsun...

  • Said YÜKSEKDAĞ

    7.10.2016 11:43:43

    Bu güzel çalışmanız için sizleri Tebrik ederim

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı