Cumhuriyetin, millî mücadeleyi zaferle sonuçlandıran Birinci Meclisteki muhalif grubun tasfiyesi ve emrivaki yöntemiyle ilan edilip tek partiye dayalı—Bediüzzaman’ın tabiriyle—bir istibdad-ı mutlak şeklinde uygulanmaya başlanmasının üzerinden 91 yıl geçti.
Zaferin ardından yeni devletin kuruluş sürecinde gözledikleri “diktatörlüğe gidiş” işaretlerini tesbit edip bu gidişe karşı tavır aldıkları için düşman sayılan insanların içinde, İstiklal Savaşının önde gelen kumandanları da vardı.
Birinci reis ve etrafındaki birkaç kişi hariç, hepsi dışlandı, hatta bazıları hain ilan edildi.
Ve muhalefetsiz bir dikta rejimi kuruldu.
O dönemde görüntüyü kurtarmak düşüncesiyle muvazaalı olarak kurdurulan göstermelik muhalefet partileri de, halkın sahici zannedip büyük teveccüh göstermesi üzerine apar topar kapatıldı; yine tek partiyle devam edildi.
Merkezde bütün güç ve yetkilerin şefte toplandığı, taşrada da valilik, kaymakamlık, belediye başkanlıkları ile CHP il-ilçe başkanlıklarının aynı şahıslarda birleştiği bir sistemdi bu.
Devlet partisiyle parti devletinin kurulup bütün işleyişin ona göre yürüdüğü bir sistem.
Ve cumhursuz, yani halksız bir cumhuriyet.
“Ebedî şef” döneminde “tavan” yapan bu sistem, “millî şef” tarafından da sürdürüldü.
Ta 2. Dünya Savaşı sonrası “hür dünya”nın tazyikleri neticesinde çok partili demokrasiye geçmek zorunda kaldığımız 1950’ye kadar...
DP’nin sandıkta milletin oylarıyla kazandığı 14 Mayıs seçim zaferinin başlattığı yeni dönemde, cumhuriyetin de gerçek anlamını kazanma yoluna girdiği bir süreç başlamıştı ki...
Evvelâ 27 Mayıs 1960 ihtilâli, sonra 12 Mart 1971 müdahalesi, ardından 12 Eylül 1980 darbesi, demokrasiyi kesintiye uğratarak cumhuriyetin bu gelişimini de sabote etti.
28 Şubat 1997’de ise, belki öncekilerden daha şiddetli bir darbenin önüne geçildi, ama bunun karşılığında sonuçları uzun yıllara yayılan bir müdahale sürecinin önü açılmış oldu.
Gelinen noktada ülke, 27 Mayıs’ın kurup 12 Eylül’ün kendince gerekli gördüğü rötuşlarla tahkim ederek sürdürdüğü darbe ürünü bir sistemle yönetiliyor. 28 Şubat süreciyle önü açılan “dindar” kadrolar ise, üç seçimdir halkın her defasında arttırarak verdiği oylarla iktidarı ellerinde tutarken bu durumdan şikâyetçi olup değiştirmeye çalışmak şöyle dursun, tam tersine gayet memnun görünüyorlar.
Ve cumhuriyet, “millî irade” söylemleri eşliğinde yine “parti devleti”ne doğru “ilerliyor...”
tweet: Erdoğan’ın “Mimarıyım ve takipçisiyim” dediği çözüm süreci için Arınç’ın “Mecbur ve mahkûm değiliz” ifadesini kullanması ne anlama geliyor?